2000 yıllında İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki ilk “Bilim, Teknoloji ve Toplum” yüksek lisans programını açan, 2005 yılında Işık Üniversitesi’nde “İnsan ve Toplum Bilimleri” bölümünü kuran, İstanbuLab üyelerinden Hacer Ansal ile Duygu Kaşdoğan’ın yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz. IstanbuLab’ın kurulması aşamasında gerçekleşen, Ansal’ın STS içerisindeki yolculuğu, güncel çalışmaları ve Türkiye’de STS’in durumu üzerine keyifli ve ilham verici bir sohbet.
Yer: İstanbul | Tarih: Aralık, 2016
Bilim, Teknoloji ve Toplum alanında yürütülen çalışmalarla ilk nasıl karşılaştınız?
ABD’de inşaat mühendisliği yüksek lisansı yaptıktan ve beş yıl mühendis olarak çalıştıktan sonra 1978’de Türkiye’ye döndüm. Büyük bir inşaat firmasında çalışmaya başladım; fakat yeni işim beni çok mutsuz ediyordu ve giderek mühendislikten soğuduğumu hissediyordum. Bu sıralarda üniversite asistanları sendikasındaki (TÜMAS) arkadaşlarla Kapital okuma grubuna girdim ve yaptığımız çalışmalar arasında Marksist emek süreci analizi beni fazlasıyla heyecanlandırdı. Konu ile ilgili okumalar yaptıkça merakım arttı, “Radical Science”, “Social Studies of Science” gibi dergileri keşfettim. Harry Bravermen’ın “Labor and Monopoly Capital” kitabı, Brighton Labour Process Group’un yazıları, David Noble’ın “Social Change in Machine Design”, Diane Elston ve Ruth Pearson’ın “Nimbe Fingers Make Cheap Workers” adlı çalışmaları ve Brian Easley’in “Science and Sexual Oppression” kitabı bana bambaşka ufuklar açtı ve bu merak ve heyecan beni British Council bursu ile Sussex Üniversitesi’nin bu konuların o sıralarda bir numarası olarak bilinen araştırma birimi “Science Policy Research Unit-SPRU”da doktoraya kadar götürdü…
STS çok disiplinli bir araştırma ve eğitim alanı ve bu alan araştırmacıların, akademisyenlerin alana dair değerlendirmelerine ve bu alana sundukları katkılara bağlı olarak dinamik bir biçimde şekilleniyor. Sizin için STS ne demek? Kendi çalışmalarınızdan da kısaca bahseder misiniz?
Evet, gerçekten STS bu alanda çalışan araştırmacıların katkıları ile şekilleniyor ve zaman içinde gündemdeki konular çok farklılaşıyor. Türkiye özelinde ise bu alanda yapılan çalışmaların şekillenmesinde STS’in Türkiye’de bir disiplin olarak bilinmemesi ve YÖK’ün doçentlik bilim alanları arasında tanımlanmaması belirleyici olabiliyor. Benim için STS deyince, bilim, teknoloji ve toplum ilişkilerinde sınıfsal belirleyicilik her zaman çok ön planda oldu. Bu ilişkilere, karşılıklı etkileşimlere sınıfsal analizler getirebilmek, bilim ve teknolojinin gelişmesinde sınıf ilişkilerinin yanı sıra toplumsal cinsiyetin belirleyiciliğini de gösterebilmek çok önemli idi ve bu yönde çalışmalar yapmaya çalıştım. Yeni teknolojilerin çeşitli sosyo-ekonomik etkilerini, mesela istihdama ve daha özel olarak kadın istihdamına etkilerini incelemeye çalıştım. Yaptığım bu çalışmalar gelişme ekonomisi alanına yakın olduğu için, doçentlik sınavına da bu alandan girdim. Son yıllarda ise, ekonomide teknoloji ve inovasyon yönetiminin giderek artmasıyla çalışmalarıma bu alan da dahil oldu diyebilirim… Şimdi, en son olarak da Sanayi 4.0’ın topluma olası etkilerini irdelemeye çalışmak beni çok heyecanlandırıyor…
Sanayi 4.0’dan çok kısaca bahsedebilir misiniz? Bu konuyu toplumsal cinsiyet çalışmalarıyla şekillenen STS araştırmalarıyla nasıl çalışıyorsunuz?
Son dönemde hem dünyada hem de Türkiye’de, iş dünyası 4. Sanayi Devrimi olarak nitelendirilen Sanayi 4.0’ı konuşuyor. Bu yıl Davos’taki Dünya Ekonomik Zirvesi’nin de ana gündem maddelerinden biriydi ve orada söylenenlere göre, gelecek on yılda Sanayi 4.0 imalat, enerji, tarım, ulaştırma gibi ekonominin hemen her sektöründe dramatik değişimler yaratıyor olacak.
Aslında bu devrim, en ileri teknolojilerin derinlemesine üretimin içine yerleştirilmesini anlatıyor. En önemli anahtar kelime ise ‘iletişim’…
Makine, ürün, sistemler, süreçler ve insanlar, sensörler ve uyarıcılar yoluyla birbirlerine bağlanıyor; birbirlerinden haberdar oluyor ve tüm süreç boyunca birbirleriyle iletişim kuruyorlar. Bunun için de, bu devrime “Internet of Things” ya da “Nesnelerin İnterneti” de deniyor. Dijital teknolojilerle bağlantılı olarak, bulut bilişim, büyük veri, akıllı fabrikalar, robotlar, sensörler ve üç boyutlu yazıcılar gibi teknolojik gelişmeler sadece insanların çalışma biçimlerini yani çalışma hayatlarını değil, günlük hayatlarını ve nasıl insanlar olacaklarını da belirliyor olacak… Bu büyük dönüşümün etkileri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı ve ben bunları STS açısından irdelemeyi çok önemsiyorum. Örneğin Sanayi 4.0 ve daha geniş kapsamlı bakarsak “Nesnelerin İnterneti” kadınları nasıl etkileyecek? Daha önce de yeni teknolojilerin kadın istihdamına etkileri üzerine bir araştırma yapmıştım. Ama bu son gelişmeler kadınlar için bir fırsat penceresi yaratabilecek mi? Bu sorunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet çalışmalarıyla şekillenen ilk STS araştırmaları daha ziyade doğa bilimleri, mühendislik ve temel bilimlerde neden çok az kadın var sorusu ile başladı diyebiliriz… Eğitimde daha çok fırsat eşitliği sağlandığında ve kadınlar bu eğitimleri alarak bu alanlara girdiklerinde sorun kalmayacak gibi düşünüldü. Fakat daha sonra, İngiltere’de doktora yaptığım sırada benim de içinde olduğum “Women and Technology” grubundan bazı kadınların yaptığı çalışmalarla yerleşik işyeri kültürünün ve toplumda var olan kadınlık ve erkeklik algısının kadınların bu alanlarda var olabilmelerini zorlaştırdığını anladık. Teknolojilerin hem yaratılmasında hem de kullanımında yerleşik toplumsal cinsiyet rolleri çok önemli oluyordu. Giderek, teknolojiye dair sadece fiziksel güçle sınırlı olmayan cinsiyet yargıları yüzünden toplumsal eşitsizliğin ortadan kaldırılamadığı anlaşılmaya başladı. Bu alanda yapılan STS çalışmaları, yeni teknolojilerin özgürleştirici ve çoğulcu potansiyelinin yerleşik toplumsal cinsiyet rollerini ortadan kaldırma konusunda yeterli olmadığını gösterdi… Şimdi de Sanayi 4.0 ile birlikte ortaya çıkacak olan büyük dönüşümün kadınları genel olarak nasıl etkileyeceği konusu doğrusu benim çok ilgimi çekiyor.
Türkiye’de STS alanında çalışmalar mevcut olsa da bu alanın görünürlüğünün olduğunu söylemek çok zor. Sizce STS farklı disiplinlerden çalışmalara nasıl açılımlar getiriyor? Türkiye’de STS araştırmalarının yaygınlaşması neden önemli?
Evet, aslında yurtdışında STS alanında yüksek lisans, doktora yapmış veya bizim Türkiye’de ilk defa İTÜ’de açmış olduğumuz yüksek lisans programından mezun olmuş ve sonra bu alanın çeşitli alt dallarında doktora çalışmalarını sürdürmüş bir sürü STS insanı olmasına rağmen, bu alan hala Türkiye’de görünürlük kazanmış değil maalesef. Ben bunun birinci nedeninin demin değindiğim YÖK’ün bu disiplini bir bilim alanı olarak tanımaması olduğunu düşünüyorum. STS’in çeşitli alt disiplinlerinde çalışmalar yapan arkadaşlar, kendilerine en yakın bulduğu, sosyoloji, tarih, felsefe, iktisat, organizasyon, üretim yönetimi gibi bir sürü farklı alanlara dağılmış vaziyette ama onların yaptığı çalışmaların bu alanlara bambaşka bir bakış, bir STS perspektifi getirdiği çok açık ve bu çok önemli.
Bilimsel ve teknolojik gelişmelere eleştirel yaklaşabilmek, bu gelişmelere ve değişimlere gizemli bir hava vermeden hem avantaj hem de dezavantajlarını görebilmek ve bunların toplumsal etkilerini algılayabilmek sadece bu alanlarda çalışan bireyleri değil, ekonomik faaliyet içindeki tüm firmaları, hatta devletleri de son derece ilgilendiriyor. Gelişmeleri çok daha geniş bir perspektifle, STS bakış açısı ile çok boyutlu olarak görebilen, doğru algılayabilen, yorumlayabilen araştırmacılara her disiplinde büyük ihtiyaç var. Diğer yandan, firmalara doğru stratejiler, devletlere doğru bilim ve teknoloji politikaları geliştirebilen insanlara gerçekten ihtiyaç var. Çünkü gelişmeleri çok boyutlu irdeleyerek, oluşabilecek olumsuzlukları doğru saptayıp, zamanında gerekli önlemlerin alınabilmesi ve çeşitli alanlarda sağlıklı devlet politikalarının geliştirilmesi de çok büyük öneme sahip… İşte tüm bu nedenlerden dolayı STS araştırmalarının yaygınlaşmasının çok gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bahsettiğiniz gibi STS araştırmaları çok farklı disiplinler içinde yer bulabiliyor. Bu şekilde farklı yer edinmeler sosyal bilim çalışmalarına da yeni sorular sordurtması açısından önemli. Sizce STS bakış açısı bize ne gibi yeni sorular sordurtuyor? Ya da hangi sosyal olguları temel olarak görünür kılıyor?
STS araştırmaları tüm dünyadaki ve ülkemizdeki bilimsel ve teknolojik gelişmelere daha bütünsel ve eleştirel bakarak sorgulayıcı olmayı getiriyor bence. Gelişmeleri olduğu gibi kabullenmeyi değil, toplumsal açıdan değerlendirmeler yaparak yanlış olanı, dezavantajlı durumları tespit etmemizi sağlıyor ve buradan yola çıkarak gerekli önlemlerin alınmasına ve çeşitli alanlarda politikaların geliştirilmesine yardımcı oluyor. Toplumsal yarar nasıl sağlanır, daha özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik bir toplum yaratmada toplumsal katkı nasıl sağlanır ve bu konuda bilim ve teknolojinin rolü nedir sorusunu sordurtuyor diye düşünüyorum ya da umuyorum…
STS’in Türkiye’de yaygınlaşması için YÖK tarafından tanınırlığın ötesinde nasıl mekanizmalara ihtiyaç var, bunlar nasıl geliştirilebilir? Bu soruyu biraz da İTÜ deki yüksek lisans doktora programı çerçevesinde açar mısınız?
Aslında üniversitelerde çok sayıda STS lisans ve lisansüstü programları açılsa idi STS’in Türkiye’de tanınırlığı artabilirdi tabii… Ama fazla tanınır, bilinir olmaması da açılan programlara talebin fazla olmamasına neden oluyor ve olay biraz yumurta-tavuk hikayesine dönüyor maalesef… Bizim 2000 yılında İTÜ’de ESST (European Studies of Society, Science and Technology) bünyesinde, yani on iki Avrupa Üniversitesi ile ortak olarak yürütmeye başladığımız STS yüksek lisans programı 2005 yılında benim Işık Üniversitesi’ne geçmemden sonra yürütülemedi. Beş yıl kadar süren bu programdan başka, bir de ODTÜ’de STS’in önemli bir dalı olan Bilim ve Teknoloji Politikası Çalışmaları yüksek lisans ve doktora programları var ve başarılı bir şekilde devam ediyor… Benim Işık Üniversitesi’nde kurduğum İnsan ve Toplum Bilimleri lisans programında STS bir uzmanlık dalı olarak var ama dediğim gibi, fazla tanınır olmaması bu dala olan talebi çok sınırlıyor maalesef…
Türkiye’de STS çalışmalarının resmi olarak tanımlanmış bir disiplin altında toplanmamış olması, genel olarak bu çalışmaları sürdüren araştırmacıların da dağınık ve birbirinden kopuk kalmasında önemli bir etmen oldu sanırım. İTÜ ve ODTÜ dışında yurtdışından bu alanda yüksek lisans ve doktora yapıp yurda dönen bir sürü STS araştırmacısı olduğunu biliyoruz. Onların bir STS platformu altında bir araya gelebilmeleri, iletişim kurabilmeleri, birbirlerine destek olmaları, ortak projeler yürütmeleri ve araştırmalarını bir platform üzerinden yaygınlaştırabilmelerinin STS’in tanınırlığını çok olumlu etkileyeceğine ve bu alana yeni girecekleri ve alanda yapılacak çalışmaları motive etme konusunda büyük katkı sağlayacağına inanıyorum ve çok yakında böyle bir STS platformu oluşturabileceğimizi umuyorum…