Söyleşi: Mehmet Ekinci
Çeviri: Aybike Alkan & Mehmet Ekinci
Türkiye’nin Bilim, Teknoloji ve Toplumları (III)
Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı sonrası kalkınma düşünce ve uygulamalarının hem inşasına hem de doğrulanmasına olanak sağlayan bir saha olarak değerlendiriyorum. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nde tasarlanan fikir ve projelere rıza gösteren boş bir sayfa yerine, halihazırda var olan kalkınma ve devletçilik görüşlerinin geliştirildiği ve modernleşme teorisine eklemlendiği faal bir yerdi.
Begüm Adalet’in kaleme aldığı Hotels and Highways: The Construction of Modernization Theory in Cold War Turkey (Oteller ve Otobanlar: Modernleşme Teorisinin Soğuk Savaş Türkiyesi’nde İnşası), Nisan 2018’de Stanford Üniversitesi Yayınevi’nden çıktı. Geçtiğimiz kış aylarında Begüm Adalet ile kitabı hakkında sohbet etme şansı bulduk ve İstanbuLab Blog olarak bu röportajı sizlerle paylaştığımız için heyecanlıyız.
Oteller ve Otobanlar, Soğuk Savaş tarihinin Türkiye faslı ve o dönem ülkede yürütülen muhtelif sosyal bilim araştırmaları ve büyük ölçekli mühendislik projelerinden yola çıkarak modernleşme teorisinin entelektüel tarihi ve maddesel belirtilerine özgün ve eleştirel yerlerden yaklaşıyor. Kitabın öne sürdüğü güçlü argümanlar, Adalet’in, birlikte düşündüğü siyaset kuramı ve STS eleştirel kavramlarını, yenilikçi yollardan tertip etmesinin ürünü. Ve söz konusu argüman ve tertibatların gücü, kitap boyunca karşımıza çıkan heyecanlı hikayelere ve bir grup (sosyal bilimci, mühendis ve politika yapıcı) Amerikalı ve Türk uzman grubunun icra ettiği modernleşme teorisine dair zengin ampirik malzemeye dayanıyor.
Begüm Adalet Cornell Üniversitesi, İdari Bilimler (Government) Bölümü’nde yardımcı doçent, öğretim görevlisi. Adalet, doktora derecesini Pennsylvania Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden aldı ve daha öncesinde Massachusetts Üniversitesi, Amherst (Yüksek Lisans) ve Swathmore College’da (Lisans) siyaset bilimi okudu.
Dilersen Oteller ve Otobanlar’ın ortaya çıkışının öyküsüyle başlayalım. İçerdiği ampirik materyal açısından zengin ve içinden geldiğin akademik alana hem teorik hem de tarihsel yönden önemli müdahaleler yapan bu kitap üzerinde çalışmaya nasıl başladın? Bizi biraz kitabın kurumsal ve entelektüel izleklerine götürür müsün?
Kitap, yirminci yüzyıl sosyal bilimler tarihine dair belirli bir dönemle ilgilendiği için, bu soruya yüksek öğrenim gördüğüm bilim dalının güzergâhından yola çıkarak cevap vermenin anlamlı olacağını düşünüyorum. Siyaset bilimi alanında doktoraya başladığımda, bir grup siyaset bilimcinin “perestroyka” olarak adlandırdığı muhalif hareket daha yeni ortaya çıkmıştı. Bu hareket, 2000 yılında başlayıp e-posta zincirleriyle büyümüştü ve disiplin içindeki nicel araştırma, büyük veri ve oyun teorisi-merkezci yöntemlere gösterilen katı bağlılığa meydan okuyordu. Doktora sürecinde birlikte çalıştığım danışman hocalar da siyaset bilimi çalışmalarına egemen davranışsal ve niceliksel yöntemlere oldukça eleştirel yaklaşıyorlar, bu bilim dalının entelektüel ve kurumsal tarihi üzerine önemli çalışmalar yapıyorlardı (biri, alandaki bilimsel arzuların saltanatını sorgulayan bir kitap yayınlamıştı[1]; diğeri siyaset biliminin ırkçı ve emperyalist kökenlerini ortaya çıkaran revizyonist bir uluslararası ilişkiler tarihi üzerinde çalışıyordu[2]). Dolayısıyla siyaset bilimindeki bilimsel dönüşe (scientific turn) getirilen eleştirel yaklaşımlardan fazlasıyla etkilendim. Aynı dönemde, davranışsal yöntemlerin, sosyal bilimsel modellerin kesinliğinin ve 2000’lerde tekrar hortlayan emperyalist projelerle suç ortağı diğer araştırmaların siyaset biliminin tarihinde çok daha eskilere dayanan kökleri olduğunu görmeye başladım. Bu da beni, halen devam eden bu tarihin bir parçası olmuş modernleşme teorisinin ortaya çıkışını irdelemeye sevk etti.
Tabii ki, modernleşme teorisi, doktora yeterliliğe hazırlandığım seminer derslerinde disiplinimizin tarihindeki utanç verici bir ara dönem olarak ele alınırdı ama bu teorinin bazı varsayımlarının süregeldiğini de biliyordum. Buna örnek olarak, kırsal kalkınma planlarında yerel liderliği teşvik etme çalışmalarını, demokratikleşme araştırmalarını ve bazı büyük ölçekli anket araştırmalarını verebiliriz. Bu yüzden, bu teorinin kalıcılığının belli bir açıklama gerektirdiğini düşündüm, bu da beni modernleşme teorisinin inşa edildiği, soğuk savaş Türkiye’si gibi yerlerde yürütülen anket araştırmalarını, otoyol ve turizm altyapılarını da içeren belli başlı maddi sahaları bulup çalışmaya yönlendirdi. Yani, disiplin tarihine duyduğum ilgiyle başlayan şey, kademeli olarak bilgi üretimi ile ilgilenen bir projeye dönüştü ve neticede siyaset ve sosyal bilim teorilerinin maddi alanlarda ve yerel etkileşimlerle nasıl oluşturuldukları ve bunların somut ve siyasi etkiler yaratma noktasına nasıl geldiklerini ele alan bir kitap yazdım.
Bu, kitabı neden bir tür bilim dalı tarihi ile uğraşma yolu olarak düşündüğümün bir açıklaması. Ancak kitabı yazmamda Türkiye’nin yakın dönem siyasi tarihini daha iyi anlamak istemenin etkisi de var. Aslı Iğsız[3], Tolga Tören[4] veya mimari tarihçiler Esra Akcan ve Sibel Bozdoğan’ın[5] yakın dönemde yürüttükleri araştırmalar istisna olmakla birlikte, Türkiye araştırmalarının önemli bir çoğunluğunun Cumhuriyet’in ilk yıllarına ya da 1980’ler sonrasında ilgi gören İslamcı siyaset veya “Müslüman moderniteler” olarak adlandırılan alanlara yoğunlaştığını fark ettim. Ancak, kitabı sadece Türkiye tarihi çalışmalarında Soğuk Savaş yılları nispeten ihmal edildiği için değil, aynı zamanda Türkiye’yi ulus-ötesi sosyal bilimler ve kalkınma tarihi içinde bir yere konumlandırabilmek için de yazdım. Şu detayı belirtmek isterim: Doktora tezimi İkinci Dünya Savaşı’nı takiben ortaya çıkan ve dolaşıma giren modernleşme fikirlerinin nasıl cisme geldiğini inceleyen bir siyaset kuramcısı olarak bitirdim, ardından tezin kitaplaştırılma süreci ise bana disiplinlerarası kaynak ve yaklaşımlarla çalışma imkanı sağlayan bir Orta Doğu Çalışmaları Merkezi’nde gerçekleşti. Kitabımı yazarken bazıları bilim ve teknoloji çalışmaları konusunda da bilgili tarih, siyasal ekonomi, antropoloji, medya ve iletişim çıkışlı tecrübeli akademisyenlerle temas halindeydim ve onlarla düzenli fikir alışverişinde bulunma şansım oldu.
Kitap için araştırma yaparken, ABD ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bulunan birçok arşivde vakit geçirdiğini biliyorum, buna Dankwart Rustow’un kişisel belgelerinin bulunduğu arşiv de dahil. Belki Oteller ve Otobanlar’a özel arşiv hummalarından, araştırman sırasında arşivler arasında nasıl seyrettiğinden ve araştırma yaptığın yerlerin sana sunduğu imkanlardan bahsetmek istersin biraz daha.
Ben tarih yerine siyaset kuramı eğitimi aldığım için kitabı yazma aşamasındaki en büyük sürprizlerden biri, arşiv araştırması sevgimi ve farklı arşiv düzenekleri arasındaki muazzam çeşitliliği keşfetmekti. Saha araştırması yaptığım arşivlere örnek vermek istersem, Maryland College Park’taki Ulusal Arşivleri’ni, Ankara’daki Karayolları Genel Müdürlüğü kayıtlarını ve siyaset bilimci Dankwart Rustow’un New York’taki dairesinde bulunan kişisel yazışmalarını içeren arşivi belirtmeden geçemem.
Bugünden geriye bakıp onca arşiv araştırma deneyimini tekrar gözden geçirince, Rustow’un kişisel arşivinde çalışma fırsatı bulduğum için çok şanslı olduğumu söyleyebilirim: sadece bu kayıtlara erişen ilk araştırmacı olduğum için değil, aynı zamanda onun çalışma masasında, yayınlanmamış yazı ve özel yazışmalarla dolu çekmecelerini karıştırarak uzun saatler geçirmeme izin verildiği için de. Rustow’un kişisel arşivinde bulduğum evrakların iç-organizasyonu muhtemelen kendisi için anlamlı bir düzen teşkil ediyordu ama evraklar alfabetik veya kronolojik bir şekilde kataloglanmış ya da Ulusal Arşivlerde olabileceği gibi steril bir ortamda sergilenmiş değillerdi. Örneğin Rustow’un Dış İlişkiler Konseyi toplantıları sırasında programlar üzerine karaladığı şiirleri buldum. Şayet onun ders verdiği kurumlardan biri bu arşiv belgelerini elden geçirip kendi koleksiyonuna ekleseydi, karşıma çıkan şiirler, mektuplar ve benzeri yazıların tamamı üniversite arşivlerinde yer bulur muydu emin değilim. Bu deneyim, arşivde araştırma yapmanın mahremliği ve maddeselliğini etraflıca düşünmeme olanak sağladı çünkü Rustow’un çalışmaları ve makaleleri kitabın önemli bir teması olan sosyal bilimlerde bilgi üretmenin uyandırdığı endişe, şüphe ve tereddüt anlarını tespit etmek adına da başlı başına önemliydi.
Türkiye’yi Orta Doğu ve Doğu Avrupa’nın Soğuk Savaş’a özgü taht oyunları ortasında yer alan bir grup siyasi, akademik, mesleki ve maddesel pratikler ağında konumlandıran bir kitap okumak gerçekten heyecan verici. Ve bunu yaparken bilim ve teknoloji çalışmaları (STS) literatüründen aşina olduğumuz birçok terim ve kavramsal çerçeve ile birlikte düşünüyorsun. Bize çalışmalarında önem teşkil eden STS literatürü ile nasıl tanıştığını biraz anlatır mısın?
Bilim ve teknoloji çalışmaları (STS) terminolojisi ve kavramlarıyla ilk defa onların sosyal bilimlerdeki, özellikle antropoloji[6], sosyoloji[7], ve ekonomi[8] disiplinlerindeki uygulamaları dolayısıyla karşılaştım. Ayrıca, Timothy Mitchell ve Richard Rottenburg’un kalkınma çalışmalarına STS yoluyla taşıdıkları içgörülerin bana çok yardımı dokundu.[9] Bu arada beni Rottenburg’un kitabından haberdar ettiğin için teşekkür ederim, Mehmet! Bu kaynakları, Soğuk Savaş modernleşmesinin teori ve projeleri ile siyaset biliminin disipliner tarihini daha derinlikli anlamak için kullanmak istedim. Söz konusu yöntemsel yaklaşım, Soğuk Savaş döneminin davranışçı siyaset bilimcilerinin, deney dilini, laboratuvarları, hipotezleri, “yasa benzeri intizamları” ve hepsinden önemlisi “siyaset bilimini bir bilim olarak” niteleme biçimlerinden yola çıkarak kendilerini yaratma halleriyle yakından ilgilenmeyi gerektiriyordu.[10] Bu ilgi, sosyal bilimsel bilgi üretimine katılan aygıt ve teknolojilere, ayrıca bu siyaset teorilerinin tasarlandığı ve uygulandığı maddi alanlara ve altyapılara dikkat etmemi sağladı. STS’nin kavramsal çerçeveleri, siyaset bilimi tarihçelerinin kimi geleneklerinin ötesine geçmeme ve bilgi üretiminin maddeselliğini irdeleyen bir anlayış geliştirmeme yardımcı oldu.
STS’den edindiğim en önemli içgörü, sosyal bilim teori ve yöntemlerinin araştırdıkları olguları sadece tanımlayıp ölçmedikleri, aksine açıklamak istedikleri olguları bir taraftan da imal ettikleriydi. Dolayısıyla, kitapta Daniel Lerner ve Dankwart Rustow’un bir yandan İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiyesi’nde modernleşme olarak gözlemledikleri maddi ve siyasi değişimleri tanımlar ve adına modernleşme derken, bir yandan da araştırma nesnelerinin dönüşümüne katkıda bulundukları savını öne sürüyorum. Kitap boyunca anket çalışmaları, otoyollar, oteller hakkında uzun uzadıya konuşmanın ve mühendis ofislerini “modern” öznelliğin belirli özelliklerinin (empati, hareketlilik, misafirperverlik gibi) sahnelendiği, özendirildiği ve ekip biçildiği birer laboratuvar ya da mikrokozmos olarak göstermemin nedeni burada yatıyor.
Faydalı bulduğum diğer STS kavramları arasında, maddi kültür çalışmalarında ve onun entelektüel tarihinde karşılaşılabilecek analiz kategorilerini zenginleştireceğini düşündüğüm “zorunlu geçiş noktaları” (obligatory passage points) ve “sınır nesneleri” (boundary objects) yer alıyor. Çünkü bu kavramlar ulus-ötesi kalkınma tarihsel anlatılarının merkezinde yer alan meta, fikir ve uzmanlıkların akış ve dolaşımını yansıtıyorlar. Bu kavramlar yardımıyla, hem Dankwart Rustow gibi figürleri hem de Hilton Oteli gibi nesneleri, yerel ve küresel, belirli ve soyut olan arasında tercümelerin yapıldığı alanlar olarak konumlandırabildim. Modernleşme teorisinin veya genel olarak politik teorilerin fiili inşasının sınırlarını çizme ve anlamada bu kavramların önemli kaynaklar olduğunu düşünüyorum. Söz konusu analitik çerçeve dahilinde yerel ağlar, maddesel düzenlemeler ve bunların üretimini ve yayılmasını sağlayan siyasi geçmişle irtibatın koparılmaması yararlı olacaktır.
Sömürgeciliği ve sömürgecilik sonrası toplumları çalışan bazı araştırmacılar, merkez/metropol politik ve entelektüel elitleri tarafından çeper/sömürge olarak tanımlanan ve yönetilen yerlerin aslında belli başlı toplumsal ve bilimsel deneylerin modernlik adına ilk aşamada denendiği ve daha sonrasında merkeze/metropole nakledildiği yerler olduğunu öne sürerler. Hem akademik çalışmalarında hem de üniversitede verdiğin derslerde sömürgecilik ve sömürgecilik sonrası tarih yazımlarıyla yakın temas halinde olduğunu biliyorum. Bu argümana katılıyor musun? Ve bu argüman Oteller ve Otobanlar’a nasıl bağlanıyor, şayet bağlanıyorsa tabii.
Kesinlikle, sömürgecilik sonrası üzerine çalışmaların ve ilgili literatürün öne sürdüğü en önemli noktalardan biri toplum ve devlete yönelik geliştirilen bilimsel yaklaşımların ve birçok yenilikçi pratiğin ilk defa sömürgelerde veya dünyanın “çeperlerinde” uygulanmış olduğudur. Bu yenilikçi pratiklerden bazıları şunlardır: endüstriyel gözlem metotları, emeğin zapturapt altına alınması[11], halk sağlığı, sanitasyon ve “İngilizce müfredatı” teori ve projeleri[12] ve de Avrupa vatandaşlığının belirli ırk ve toplumsal cinsiyet standartlarına dayandırılması.[13]
Soğuk Savaş bağlamında, kalkınma teori ve projelerinin, Birleşik Devletler’de üretilip başka yerlerde uygulanmaktan ziyade yerel pratikler, bölgesel ideolojiler ve ulus-ötesi mukayeseler yoluyla nasıl oluşturulduğunu da konuşabiliriz. Örneğin, 1960’lar boyunca, Hindistan gibi yerlerden çıkan toplumsal kalkınma programları ABD’ye getirildi ve muhtelif şehirlerde Yoksullukla Mücadele (War on Poverty) programlarıyla geri dönüşüme sokuldu.[14] Örneğin Yeşil Devrim, Rockefeller Vakfı’nın ABD’nin güneyindeki tarımsal dönüşümle ilgili deneyimlerinden ortaya çıktı, ancak bu deneyimler de Meksika’da yirminci yüzyıl boyunca yürütülen kırsal gelişim projelerinden etkilenmişti.[15]
Bu anlamda Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı sonrası kalkınma düşünce ve uygulamalarının hem inşasına hem de doğrulanmasına olanak sağlayan bir saha olarak değerlendiriyorum. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nde tasarlanan fikir ve projelere rıza gösteren boş bir sayfa yerine, halihazırda var olan kalkınma ve devletçilik görüşlerinin geliştirildiği ve modernleşme teorisine eklemlendiği faal bir yerdi. İster sosyal bilimciler veya Marshall Planı temsilcileri, ister otoyol mühendisleri olsun, modernleşme teorisinin uygulayıcılarının Türkiye’de ve de Güney Yarımküre’de (the Global South) konumlanmış diğer yerlerdeki laboratuvar çalışmalarını tamamladıktan sonra, bahsi geçen “çeperlerde” tekrar gözden geçirdikleri teori ve uygulamaları ülkelerine nasıl geri götürdüklerini anlayabilmek için daha fazla araştırma yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’yi, jeopolitik konumu, toplumsal ve kültürel tarihi açısından istisnai bir vaka olarak değerlendirmek birçok politika geliştirme pratiğinde, akademik çalışmada, uzman görüşlerinde ve popüler tahayyülde sık sık kendini tekrar eden bir tema olmuştur. Sence kitabında yakından incelediğin tarihsel aktörler ve Soğuk Savaş vizyonları, Türkiye’yi kendilerine has birer istisnacılık merceğinden mi görüyorlar? İkinci sorum ise şu: Türkiye hakkında bilgi üreten bir grup tarihsel aktör ve onların maddesel pratikleri hakkında bilgi üreten bir araştırmacı olarak senin bu meseleye yaklaşımın nedir?
Bu kitap için araştırma yapmaya ilk başladığım dönemde, Arap Baharı olarak da bilinen toplumsal ayaklanmaların erken aşamalarını anlamaya dair akademik, resmi ve gazeteciliğe özgü çabaların, Oteller ve Otobanlar’ın başkahramanları Soğuk Savaş muadilleriyle benzer söylemler ve mecazlar paylaştığını fark ettim. ABD’li bilim insanları, politikacılar ve uzmanlar, Soğuk Savaş sürümü meslektaşları gibi, Türkiye’yi diğer Orta Doğu ülkelerinin öyküneceği olası bir demokrasi ve modernleşme modeli olarak yeniden keşfediyor gibiydiler. Türkiye’nin askeri darbeler tarihi, otoriter liderler ve onların etnik azınlıklara amansız zulmü ve modernizasyonla ilgili erken denemelerin başarısızlığı ve yanlış değerlendirmeleri bir kez daha es geçilmişti. Yeniden canlanan Türkiye modeli motifinin Soğuk Savaş’a dayanan köklerini vurgularken, sosyal bilimcilerin teorilerinin ve araştırma gündemlerinin politik etkilerine ve onların imparatorluk ve görkemli kalkınma planlarıyla tarihsel açıdan (ve hâlâ devam eden) iç içe geçmiş ilişkilerine dikkat çekmek istedim. Türk modeli hakkındaki bu fikirlerin kökenlerini eleştirme çabam, umarım Türkiye örneğinin istisnalaştırılmasında benim de bir katkım olmuş gibi yorumlanmaz.
Türkiye’yi modernleşme sürecinin modeli olarak ele alan yaklaşımları anlamak adına benim için önemli detaylardan biri bu yaklaşıma mensup her tartışmanın (ister 1950’lerin başında bir demokratikleşme deneyi, ister 1960’ların başında askerinin yönlendirdiği modernizasyonu örneği olarak tartışılsın), aynı zamanda ülkenin siyasi deneyimlerinin istisnai, kendine özgü ya da benzersiz olup olmadığı konusunda endişeler içerdiği gerçeğiydi. İster Sosyal Bilimler Araştırma Konseyi’nin Karşılaştırmalı Politikalar Komitesi’nde, isterse Dış İlişkiler Konseyi’nde geçiyor olsun, bahsi geçen endişelerin bu karşılaştırmalara yerleşik birer özellik olduğunu düşünüyorum. Türkiye’yi bir model ve/veya istisnai bir vaka olarak resmeden bu iki taraflı ilgi, en belirgin olarak Türkiye ile diğer modernleşme modelleri arasında yapılan karşılaştırmalarda görülüyordu. Türkiye gibi ülkelerden yıllarca ileride resmedilen ve kolayca öykünülebilecek bir İkinci Dünya Savaşı sonrası müttefiki olarak görülen Japonya da kalkınma gidişatı bakımından bu modellerin göze çarpan bir örneğini sunuyordu.[16] Öte yandan, 1950’li yıllarda Türkiye’nin bir model olarak geçerliliğinin Ortadoğu’da bölgesel düzeyde kayda değer yankıları oldu. Nathan Citino’nun 2017’de çıkan harikulade kitabında da gösterdiği gibi, bu tablo, sözde “modern Türkler ve geri kalmış Araplar” olarak adlandırılan etno-coğrafik ayrımları güçlendiren ve sonuçta petrol şirketlerinin kârının eşit oranda yeniden dağıtılması için geliştirilen Birleşmiş Milletler planını baltalayan, Türkiye merkezli bir bölgesel bir politikayı teşvik etmek anlamına geliyordu.[17] Bu nedenle, Türkiye uzmanlarının ülkenin özelliklerini genelleme konusundaki heveslerinin (ve çeşitli reform projelerindeki demokratik olmayan, eşitsiz ve yabancı düşmanlığı içeren unsurları görmezden gelmelerinin), Ortadoğu’da takip edilebilecek diğer siyasi ve ekonomik izleklerin itibarsızlaştırılması gibi daha kapsamlı etkileri olmuştur.
[1] Anne Norton, 95 Theses on Politics, Culture, Method (New Haven: Yale University Press, 2004)
[2] Robert Vitalis, White World Order, Black Power Politics (Ithaca: Cornell University Press, 2015)
[3] Aslı Iğsız, Humanism in Ruins: Entangled Legacies of the Greek-Turkish Population Exchange (Stanford: Stanford University Press, 2018)
[4] Tolga Tören, Yeniden Yapılanan Dünya Ekonomisinde Marshall Planı ve Türkiye Uygulaması (İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2007)
[5] Sibel Bozdoğan and Esra Akcan, Turkey: Modern Architectures in History (London: Reaktion, 2012)
[6] Nadia Abu El-Haj, Facts on the Ground: Archaeological Practice and Territorial Self-Fashioning in Israeli Society (Chicago: University of Chicago Press, 2001)
[7] Bruno Latour, Reassembling the Social: An Introduction to Actor-Network-Theory (Oxford: Oxford University Press, 2005); Johanna Bockman and Gil Eyal, “Eastern Europe as a Laboratory for Economic Knowledge: The Transnational Roots of Neoliberalism” American Journal of Sociology 108(2), 2002; Michel Callon, “Some Elements of a Sociology of Translation: Domestication of the Scallops and the Fishermen of St Brieuc Bay” in John Law, ed. Power, Action, Belief: A New Sociology of Knowledge? (New York: Routledge, 1986)
[8] Michel Callon, “What does it mean to say that economics is performative?” Centre de Sociologie de l’Innovation Working Papers Series 5 (2006)
[9] Timothy Mitchell, Rule of Experts: Egypt, Technopolitics, Modernity (Berkeley: University of California Press, 2002); Richard Rottenburg, Far-Fetched Facts: A Parable of Development Aid, translated by Allison Brown and Tom Lampert (Cambridge: MIT Press, 2009)
[10] Gabriel Almond and James Coleman, eds. The Politics of the Developing Areas (Princeton: Princeton University Press, 1960)
[11] Sidney Mintz, Sweetness and Power: The Place of Sugar in Modern History (New York: Penguin, 1984); Timothy Mitchell, Colonizing Egypt (Berkeley: University of California Press, 1991)
[12] Timothy Mitchell, “The Stage of Modernity” in Mitchell, ed. Questions of Modernity (University of Minnesota Press, 2000)
[13] Frederick Cooper and Ann Stoler, eds. Tensions of Empire: Colonial Cultures in a Bourgeois World (Berkeley: University of California Press, 1997)
[14] Nicole Sackley, “Village Models: Etawah, India, and the Making and Remaking of Development in the Early Cold War” Diplomatic History 37 (4), 2013: 749-78; Daniel Immerwahr, Thinking Small: The United States and the Lure of Community Development (Cambridge: Harvard University Press, 2015)
[15] Tore Olsson, Agrarian Crossings: Reformers and the Remaking of the US and Mexican Countryside (Princeton: Princeton University Press, 2018)
[16] Robert Ward and Dankwart Rustow, eds., Political Modernization in Japan and Turkey (Princeton: Princeton University Press, 1964)
[17] Nathan Citino, Envisioning the Arab Future: Modernization in US-Ara Relations, 1945-1967 (Cambridge: Cambridge University Press, 2017)