Monday, December 9

Mühendislik Öğrencilerine STS Anlatmak: Haldun Özaktaş ve Emine Öncüler-Yayalar ile Söyleşi

Söyleşi: Aybike Alkan
Türkiye’nin Bilim, Teknoloji ve Toplumları (IV)

Türkiye’nin Bilim, Teknoloji ve Toplumları yazı dizimize iki söyleşiyle kaldığı yerden devam ediyoruz. Yakın geçmişte Türkiye’nin üniversite kampüslerinde sayısı ve görünürlüğü artan STS derslerinin içinden çıktığı tarihsel izleğin ana hatlarından biri Bilkent Üniversitesi Bilim, Teknoloji ve Toplum (Science, Technology, Society – STS) dersinden geçiyor. IstanbuLab üyelerinden Aybike Alkan, Bilkent Mühendislik Fakültesi müfredatının demirbaş derslerinden STS’nin iki değerli hocası Haldun Özaktaş ve Emine Öncüler ile söyleşti. Akademik teamüller dahilinde Türkiye’nin ilk yüksek öğretim Bilim, Teknoloji ve Toplum derslerinden birini 1995’te Bilkent Üniversitesi’nde başlatan Haldun Özaktaş, kendisinin de doktorasını tamamladığı mühendislik bilimleri ile eleştirel düşünce odaklı pedagojik yaklaşımların daha fazla temas etmesi gerektiğine vurgu yapıyor. STS’nin öğretim kadrosuna 2016 yılında katılan Emine Öncüler ise, 1995’ten beri değişen ve dönüşen mühendislik-toplum ilişkileri bağlamında derse eklenen yeni konuları, araştırma yöntemi çalışmalarını somut örneklerle anlatıyor. Her iki söyleşi de Türkiye’de mühendislik eğitimi bağlamında verilecek STS derslerinin, ilgili okulun öğrencilerinin toplumsal ve entelektüel arka planları gözetilerek ve akademik STS literatürü ithalatını bir kenara bırakarak hazırlanması gerektiğini bizlere hatırlatıyor.

Haldun Özaktaş:

Dersi vermeye başladığınız zamanların gerisine giderek başlamak isterim sohbete. Bilim, Teknoloji, Toplum alanıyla nasıl tanıştınız, sizce alan içindeki hangi çalışmalar ve tartışmalar, alanı mühendislik eğitimi çerçevesinde gerekli kılıyor? 

Sanıyorum en belirleyici unsur, ortalama bir mühendisten daha çok edebiyata, insani ve sosyal bilimlere meraklı olmamdı. Bu alanlarda elimden geldiği kadar kendimi yetiştirmeye, genel bir birikim oluşturmaya çalıştım, hatta bazı dersler aldım. Doktora yaptığım kurumdaki Bilim, Teknoloji ve Toplum (STS) programı ile tanıştığımda program beni çok heyecanlandırdı ve bu konuda kitaplar okumaya başladım. STS, teknoloji ve sosyal bilimlere duyduğum ilgiyi birleştiren bir alandı. Ayrıca, modern toplum eleştirisi içeren, siyasi sonuçlarla ilgili yanları ilgimi çekiyordu.

Bilkent Üniversitesi’nde çalışmaya başladığımda bu konuda bir program önerisi üzerinde dahi çalıştım. Fakat Bilkent’te bu dersi verme fırsatını bulmam ABET (Accreditation Board for Engineering and Technology) akreditasyon süreci sayesinde oldu. O sırada Varol Akman ve Bülent Özgüç ile beraber “Günümüz Kültür ve Toplumundan Seçme Konular” adlı bir seminer dersi veriyorduk. Bundan sonra, Varol Akman, yeni başlayan ABET sürecinin gereksinimlerini yerine getirmek için Mühendislik Etiği dersini başlatmıştı. Bu gereksinimlerin Bilim, Teknoloji ve Toplum dersiyle daha iyi karşılanabileceği önerim kabul görünce 1995 yılında bu dersi vermeye başladım ve bunu 20 yılı aşkın bir süre boyunca de vermeye devam ettim.

Bu dersin gerekliliğine inancım birkaç temele dayanıyor. Birincisi, her öğrencinin geniş tabanlı bir eğitim alması gerektiğine inanıyorum. Bir mühendislik öğrencisi çok daha fazla mühendislik dışı ders almalı. STS dersinin, biraz olsun mühendislik öğrencilerinin genel birikim ve perspektiflerini genişleteceğini düşünüyorum. İkincisi, mühendisliği toplumsal ve kültürel bir faaliyet olarak görmek gerektiğine inanıyorum. Mühendislerin mesleki uğraşlarının toplumsal bağlamını ve etkilerini görebilmeleri, eleştirel bakış açısı geliştirebilmeleri gerekli.

Dersin içeriğini nasıl hazırladınız? İçerik yurtdışında halihazırda verilmekte olan ders içerikleriyle ne derece örtüşüyordu ve bu hazırlığı yaparken Türkiye bağlamında önemsediğiniz meseleler nelerdi? 

haldun0085
Haldun Özaktaş

Öğrenci grubunun özelliklerini göz önüne alarak dersi sıfırdan tasarladım. Öğrencilerimiz çok parlak mühendislik öğrencileriydi ama teknik alanlar dışı genel birikimleri çok yüksek değildi. Halihazırda varolan kitap ya da okuma listeleri o zamanki amaçlara ve koşullara uygun görünmedi. Bu yüzden kendi birikimlerimi de göz önünde bulundurarak, çok sayıda örnekten oluşan bir müfredat içeriği hazırladım. Bu içeriği zaman içinde çok fazla değiştirdim; ilk 5-10 yıl boyunca daha çok, sonra daha az. Aslında kapsanan konuları çok fazla değiştirmedim ama kullanılan okuma metinlerini daha kolay okunur metinlerle değiştirdim. İlk başlarda seçtiğim metinlerde ısrar etmemin faydalı olmayacağını, bu metinlere ilgi gösteren öğrenci sayısının çok az olduğunu fark ettim. En iyi liselerde dahi öğrencilerin aldığı sosyal ve insani bilimler eğitimi çok zayıf. Üstelik öğrencilerimiz matematiksel ve teknik konulara eğilimli öğrenciler. Üniversitede çok az sayıda teknik olmayan seçmeli ders alıyorlar, onlar da, mesela, dil dersi olabiliyor. Yani çok az formasyonları vardı. Şimdi daha çeşitli arka planlardan gelen bir öğrenci grubumuz var ve içlerinden az sayıda da olsa bu yönlerden daha birikimli öğrenciler çıkıyor. Bu nedenle, ağır ve yoğun metinler yerine, daha kolay ilişki kurabilecekleri metinlere yöneldim. Akademik kaynaklar kadar, medyada yer alan, genel okuyucuya yönelik hazırlanmış kaynaklar da kullandım[1].

Benim önemsediğim mesele, Türkiye’de mühendislik eğitiminde, en azından bildiğim örneklerde, az sayıda seçmeli ders dışında öğrencilerin geniş perspektif edinmelerini sağlayabilecek içeriğin olmaması, öğrencilerin üniversiteyi bu perspektiften yoksun bitirmeleriydi. Dersin müfredatını Türkiye’ye özel hazırlamadım. Fakat, misafir konuşmacılar ve öğrenci projeleri aracılığıyla Türkiye açısından önemli konular işledik. Bazen güncel olan konuları proje konusu yaptık. Örneğin, bir dönem arka arkaya çok fazla tren kazası olmuştu, bundan esinlenerek teknolojik kazalar konusunu gündeme taşıdık.

Dersi ilk verdiğiniz yıllarda öğrencilerin derse yaklaşımı nasıl oldu, sizce hangi konulara daha çok ilgi gösterdiler ya da hangilerini anlamakta zorlandılar? 

Enerji, çevre, biyoetik gibi konular sürekli medyada da gündemde olduğu için öğrenciler bu konularda daha önce bir şeyler duymuş, düşünmüş oluyorlar. Değişik enerji alternatiflerinin artıları eksileri, bunların ekonomik, çevresel, kamu politikası boyutları söz konusu olunca dersle ilişki kurmaları daha kolay. Fakat “kültürel etüt” tarzı bir metin ele alındığında yukarda da anlattığım gibi oradaki düşünce şekline çok yabancılık çekiyorlar. Anlamakta zorlanmanın ötesinde, bazı öğrencilerde sistemik bir reddediş de gözlemledim, dersin aktarmaya çalıştığı düşünce yönteminin değeri konusunda onları ikna etmek zor olabiliyordu. Bu da yine lise eğitimine geri giden bir şey, “sayısal” eğilimli öğrencilerin “sözel” derslere karşı duydukları kuşku ve küçümseme, bu derslerle ilgili lisede edindikleri tecrübelerle birleşince, bu tür metinlerin faydasız birer angarya olduğu önyargısını kırmak kolay değil.

Bilim, Teknoloji ve Toplum dersini vermeye dair on altı yıllık tecrübenizi aktardığınız Teaching Science, Technology, and Society to Engineering Students (Mühendislik Öğrencilerine Bilim, Teknoloji ve Toplum Öğretmek) başlıklı makalenizde de belirttiğiniz gibi bu dersi vermeye başlamanızda etiğe ve toplumsal olana dair meseleleri mühendislik programlarıyla bütünleştirme gayretini vurgulayan ABET akreditasyon sürecinin etkisi var. STS’ye yaklaşımınız ve ABET’in mühendislik eğitimine dair sunduğu standartlar arasında ne gibi paralellikler ve farklılıklar görüyorsunuz?

ABET’in ortaya koyduğu gereksinimlerin STS kökenli olduğunu veya STS geleneğinden ilham aldığını düşünmüyorum. ABET’in öğrencilerin edinmesini beklediği nitelikler arasında “profesyonel ve etik sorumluluk anlayışı” ve “küresel, ekonomik, çevre, ve sosyal bağlamda mühendislik çözümlerinin etkisini anlayabilecek geniş eğitim” gibi maddeler var. Bunları küçümsememek lazım. ABET akreditasyonu sayesinde birçok üniversite şu veya bu şekilde bu konuda bir şeyler yapıyor. Fakat bu ifadelerin arkasında çok derin şeyler de aramamak lazım. ABET denetimleri sırasında da bu maddelerin çok ağırlık taşıdıklarını düşünmüyorum, yeter ki bir şeyler yapılıyor olsun.

Yukardaki iki maddeden de anlaşılacağı gibi, mühendislik eğitiminin teknik boyutlarını tamamlayan belli başlı iki şey görülüyor. En basit şekilde ifade edecek olursak, birisi etik, diğeri de sosyal boyutlar. Etik maddesi, Anglosakson kökenli ülkelerde genelde “Mühendislik Etiği” adı altında, etikle ilgili felsefi yaklaşımların vakalara uygulanması şeklinde ve daha çok da bireylerin kişisel ahlaki karar verme süreçleri bağlamında ele alınmış ve oldukça dar bir çerçeveye sahip. Bu yaklaşıma “mikro etik” diyoruz, yani bireyin kişisel kararlarının doğru veya yanlış olarak değerlendirilmesi. Oysa, çoğu karşılaştığımız vaka, tek tek bireylerin etik yükümlülüklerinin yanında toplumsal, ekonomik, siyasi, kültürel boyutlara sahip. Örnek vermek gerekirse, çevresel adaletsizlikler veya digital divide (sayısal uçurum) düşünülebilir. Bunun için daha geniş bir bakış açısı sunan “makro etik” perspektifini benimsiyorum.

“Sosyal etkiler” konusu da teknolojinin bazı çalışma alanlarını ortadan kaldırması gibi birkaç basit etkiye indirgenebiliyor. STS alanının bir bütün olarak bu görece yüzeysel yaklaşımlardan daha derinlikli bakış açıları sunabildiğini ve ABET’in öngördüğünden daha anlamlı şeyler sunabildiğini düşünüyorum.

Makalenizi okuduğumda beni en çok etkileyen şey de kendi geçmiş tecrübelerimi aklıma getiren, mikro etik yaklaşımına getirdiğiniz eleştiri olmuştu. Lisans programının ilk yılında aldığım Mühendislik Etiği dersini düşününce aklıma sadece should you blow the whistle (işyerindeki etik olmayan durumları ihbar etmeli misin?) şeklinde sorular geliyor. Derste önümüze gerçekte yaşanmış ya da kurgusal vakalar konurdu ve bu vakalar üzerinden bir mühendisin izlemesi gereken yolu, doğru kararın ne olacağını tartışırdık. Sizce mikro etiğe yapılan bu vurgu nasıl bir kültürel, toplumsal çerçeveye oturuyor?

Aslında mikro etik dediğimiz yaklaşımın Türkiye’de özellikle tercih edilmesi için kuvvetli sebepler yok. Fakat mühendislik kökenli öğretim üyeleri, özel bir ilgi veya birikime sahip olmamaları durumunda, daha dar olan bu yaklaşıma yönelebiliyorlar. Bilinçli bir tercihten çok, daha geniş bir perspektife sahip olmamaktan kaynaklanan bir durum. Anglosakson ülkelerinde ise bu yaklaşımın yaygınlığının daha derine giden sebepleri var. Ben bireyci ve püriten ahlak anlayışına bağlıyorum. Birey ahlaki çatışmalarla karşılaşır ve bunlar karsısında “doğru” olanı seçmek için değişik değerleri birbirine karşı tartıya koyar, Tanrı’nın veya vicdanının sesine göre doğruyu bulmaya çalışır. Yani bu çatışmalar tamamen bireysel meselelerdir. Bu çerçevede toplumsal, ekonomik, politik sistemlerin yarattığı sistematik adaletsizlikleri değerlendiremezsiniz. Bu yönüyle mikro etik dar ve yetersiz bir çerçeveye hapsolduğu için eleştirilmiştir.

Anglosakson kültür içinde gelişmiş mikro etiğin Türkiye’de benimsenmesine dair söyledikleriniz, STS’nin temel sorularından birini getiriyor akla: teknolojiler içinde geliştikleri toplumlardan başka toplumlara doğru yayılmaya başladığında nasıl değişirler ve içine girdikleri toplumu nasıl etkilerler? Sizce Türkiye’de mühendislik eğitiminde nasıl bir mühendislik anlatısı hâkim ve STS bu hâkim anlatıya nasıl bir eleştiri getirebilir?

STS’nin temel sorularından birisi dediğiniz gerçekten, özellikle Türkiye gibi teknoloji geliştirmekten çok başkasının geliştirdiğini üreten ve tüketen konumundaki ülkeler için çok önemli. Şu anda Türkiye’de çok sayıda üniversite var, fakat sorunuza geçmişi daha geriye giden ODTÜ, Boğaziçi gibi üniversiteler ve bir ölçüde bunlara benzer gelenekte devam eden özel üniversiteler özelinde yanıt vermeye çalışayım. Gerçekten de bunlarda öğretim üyelerinin önemli bir kısmi Anglosakson ülkelerinde eğitim almıştır. Özellikle de fen ve mühendislik alanlarında bu böyledir. Kanımca bunun Türkiye’de mühendislik eğitiminde belirgin bir etkisi olmuştur. Eğitim ve değerlendirme sisteminden en genel anlamda üniversite kurgusuna, kullanılan kitaplardan terfi sistemine kadar etkilerini görebiliriz.

Burada önemli olan, mühendislik öğrenci ve öğretim üyelerinin, mühendislik ve fen dışındaki konulardaki ilgi ve birikim dereceleri. ABD’de genel olarak mühendislik öğretim üyeleri oldukça anti-entelektüeldir. Türkiye’de ise bunun zaman içinde değişen bir seyri var. Şu anda sanıyorum ABD’deki ile karşılaştırılabilir bir durum söz konusu. Fakat bazı önceki dönemlerde böyle değildi. Sebebi genel birikimleri çok kuvvetli bazı öğrencilerin dahi “doktor mu olayım mühendis mi?” ikileminin dışına çıkamamaları olabilir. Normalde mühendis olmasını beklemeyeceğiniz öğrencilerin bile mühendislik tercih ettiğini görebiliyoruz çünkü potansiyel meslek tercihi çok dar bir ufka sıkışmış durumda.

Güncel tabloya mühendislik bölümlerinde, mühendisliğin toplumsal boyutları ile ilgili yeterince farkındalık verilemiyor eleştirisi getirilebilir. Bizdeki elit mühendislik bölümlerinin, ABD’dekilerden önemli bir farkına da dikkat çekmek gerekir. ABD’de 4 yıllık eğitimin belki yarısı genel eğitime, diğer yarısı mühendislik derslerine ayrılır. Türkiye’de ise az sayıda seçmeli ders dışında çok daha yoğun bir teknik eğitim verilir ve eğitimin liberal arts boyutu yok denecek kadar azdır.

Üniversitelerde mühendislere öğretilen mikro etik temelli dersler aslında mezun olup çalışmaya başlamış kişinin mühendislik pratikleri ile de örtüşüyor. Yani mühendisin, içinde iş gördüğü toplumsal yapının kolektif hareketi dışlayan, bireyi ön plana çıkaran ve böylece yalnızlaştıran niteliği mühendisi gerçekten de mikro-etik yaklaşım tarafından benimsenen sorularla baş başa bırakıyor. Bu konuda ne düşünürsünüz? 

Daha önce dediğim gibi mikro etik yaklaşımı çok dar bir yaklaşım ve sizin de altını çizdiğiniz gibi mesleki pratik ile ilgili görülebilir. Düdük öttürmek, rüşvet, rekabet, ast-üst ilişkileri, işverene-topluma karşı sorumlulukların çatışması vb. Mühendislik Etiği gibi, İş Etiği, Tıp Etiği alanları da var. Bunlar da o alanlarda karşılaşılan vakalar üzerinden gidiyorlar. Mikro etik yanlış bir şey değil, sadece dar ve karşılaştığımız sorunların çoğuyla başa çıkmak konusunda yetersiz. Bugün çevre, sağlık, adalet, gelir eşitsizliği, ülkelerarası ilişkiler, bilgi toplumunun getirdiği yeni sorunlarla mikro etik yaklaşımı ile basa çıkmamız mümkün değil. Daha önemlisi, öğrencilerin edinmesi gereken birikim, mikrosu olsun makrosu olsun, etik ile sınırlandırılmamalı. Bilimsel ve teknolojik konulara sadece mühendislik gözüyle değil, sosyal ve insani bilimler gözüyle de bakabilmeliler ki işverenlerin kiraladığı bir enstrüman olmanın ötesinde, birikim ve becerilerini özgür bir iradeyle, kendi vicdan ve değerlerine göre yönlendirebilen aktif bireylere dönüşebilsinler.

STS makro etik tartışmasını açmak adına sizce ne gibi kavramsal veya yöntemsel araçlar sunuyor?

STS ifadesinden herkes biraz farklı şeyler anlasa da makro etik perspektifini destekleyen bir yönü var. STS’nin tek odağı etik değil, çok daha geniş kapsamlı bir çalışma alanı. Aslında STS’yi düz anlamıyla bir disiplin gibi değerlendirmemek gerek. Çok çeşitli yaklaşımları, belli bir ortak payda altında toplayan bir şemsiye olarak görebiliriz belki. Bilim ve teknolojinin, sosyal ve insani bilimlerle kesiştiği her şeyi konu edinebilir. STS’nin kapsam alanına giren konular ve kullanılan metodolojiler, yerleşik disiplinlerdeki gibi homojen değil. Bilim ve teknoloji ile ilgili konuları incelemek için sosyal ve insani bilimlerin hemen hepsinin rolü olabilir.

Mühendislik Etiği derslerinde vaka çalışmalarının ağırlığından bahsetmiştiniz, siz STS dersinde vaka çalışması yaptınız mı? Sizce hangi vakanın seçildiği ve vakaya nasıl yaklaşıldığı da etik ve STS dersleri arasındaki farklılığın altını çizmek adına bir tartışma alanı açar mı?

Tıp, iş, mühendislik etiği derslerinde yaygın bir format var. Öncelikle genel kavramlar, tarihte bu konuda fikir üretmiş kişilerin düşüncelerini de içerecek şekilde ele alınıyor. Sonra bunlar vakalara uygulanıyor. Bu formata uygun kitaplar da var. Benim gördüğüm örnekler genelde sadece felsefi etik altyapısı üzerinde kuruluydu ki yetersiz bulduğum nokta burası. Yoksa vaka çalışmalarının pedagojik değeri elbette yadsınamaz. Ben birkaç istisna dışında vaka çalışması kullanmadım[2]. Sınıftaki öğrenci sayısı bunları sınıfta anlamlı şekilde tartışmayı imkânsız kılacak kadar çoktu.

Sorunuza gelince, evet dediğiniz gibi olabilir. Vakayı seçerken, bireysel değer çatışmalarını ve bireysel karar vermeyi ön plana koyan örnekler seçerek, toplumsal çatışma boyutlarından kaçabilirsiniz. Veya böyle bir boyutu olan bir vakayı seçtiğinizde dahi, olayı sadece kişisel bir “doğru olanı bulmak” konusuna indirgeyebilirsiniz. Bu pedagojik yönteme başvuranlar muhtemelen daha önceden edindikleri formasyonun sonucu, farkında olmadan hareket ediyorlar: “Yabancı” ülkelerde rüşvet vermek meşru olabilir mi; yeni bir ilacın saklanan yan etkisi konusunda düdüğü çalmalı mıyım; uzay mekiği faciasında sorumluluk kime ait? Ama esas zor, önemli, zengin sorunsalların niteliği çok farklı: teknolojik gelişmelerin, küresel ekonomik, çevresel adaletsizlikler üzerindeki etkileri gibi.

Bilkent’te Elektrik Elektronik Bölümünde dersler veriyorsunuz. Bilim ve teknolojinin bununla birlikte mühendisliğin hâkim anlatılarına eleştirel yaklaşan bir alana yakın durmak ve bu alanda ders vermek, akademik araştırmalar yürüten ve mühendislik dersleri veren bir öğretim üyesi olarak akademi içindeki pratiklerinizi nasıl etkiliyor?

Kişisel duruşumu ve bakışımı fazlasıyla, hatta kökten etkilese de pratiğimi o kadar çok değiştiremiyor. Sebebi biraz çalışma alanımla[3]  ilgili. Çalışma alanım daha uygun olsaydı, kamu sağlığı veya çevre gibi konularda etkisi olan çalışmalar yapmayı tercih edebilirdim fakat matematiksel ve teorik eğilimleri olan birisi olarak bu tür seçimlerin söz konusu olacağı kadar uygulamalı alanlarda çalışmıyorum. Sonuç olarak, silah endüstrisi ile ilgili veya başka etik açıdan sorunlu bulduğum projelere soğuk durmak dışında çok etkisini göremiyorum. En azından, eleştirel duruş sergilediğim şeylere katkıda bulunmadığımı düşünüyorum.

Verdiğim derslerde, diğer hocalara göre çok daha fazla, tarihsel ve toplumsal bağlantılar, anekdotlar, ilişkiler kurduğumu düşünüyorum. Radyo ve televizyonun gelişimine katkıda bulunan temel buluşlar neydi ve nasıl etkileri oldu gibi. Bu perspektifleri paylaşmakla, ilgili öğrencilere ilham kaynağı olabileceğimi umut ediyorum.

Emine Öncüler-Yayalar:

STS ile nasıl tanıştınız? Yüksek lisans ve doktora derecelerini sosyoloji bölümlerinden almış ve her iki alanın da içinde olan biri olarak, sosyolojinin görece epey yeni olan STS alanıyla ilişkisi hakkında ne düşünürsünüz?

STS alanı ile tezimi yazarken tanıştım[4]. Tez danışmanımla birlikte Amerika’da artan otizm tanısı oranlarını sosyolojik açıdan incelemeye çalışıyorduk. Sağlık sosyolojisi, uzmanlık sosyolojisi ve meslek sosyolojisi alanlarında okuma yaparken aslında STS’nin tam da bu konuların kesişim noktasında, disiplinler ötesi bir duruşu olduğunu fark ettim. Bu anlamda STS hem kuramsal hem de yöntemsel açıdan sosyolojinin sınırlarını zorlamamıza yardımcı oldu diyebilirim. Özellikle Bourdieu ile Latour’u bir arada düşünmenin meslek sosyolojisinin yetersiz kaldığı alanlarda önümüzü açtığını gördük. Aynı zamanda daha çok sağlık sosyolojisi (hatta ruh sağlığı sosyolojisi) alanına hapsedilmiş otizm çalışmalarının da STS ile bambaşka bir şekilde analiz edilebileceğini gösterdik[5].

Bilkent’te Science, Technology, and Society dersini vermeye ne zaman başladınız? Ders, ABET akreditasyonuna sahip mühendislik bölümlerinde verilen Mühendislik Etiği derslerinden nasıl farklılaşıyor?

emine öncüler
Emine Öncüler-Yayalar

Dersi vermeye 2016 senesinde başladım. Ders bu dönemde bir değişim sürecinden geçiyordu. Benden önce kadroya dahil olan Robin Downey ve Serkan Karas, Haldun Özaktaş ile birlikte dersi dönüştürmeye başlamışlardı. Fakat ders zaten başından beri kendini Mühendislik Etiği derslerinden farklılaştırmayı amaçlamış bir ders. Bu konuda Haldun Hoca daha detaylı bilgi verebilir çünkü ben bu sürece dahil değildim. Dersin güncel sürümünü daha çok “doing STS” amacı ile kurguladığımız için geleneksel etik derslerinin vaka çalışması anlayışı dersin kurgusuna uymuyor. Etik konusunu tartıştığımız hafta mesela Volkswagen skandalı üzerine öğrencilerle bir mock trial (düzmece duruşma) yapıyoruz[6].

Volkswagen skandalını da geleneksel mühendislik etiği derslerinde çalışılabilecek vakalardan biri olarak düşünemez miyiz? Burada Mühendislik Etiği ve STS dersleri arasında seçilen vakalar ve bu vakalara yaklaşım nasıl farklılık gösteriyor?

En önemli fark öğrencileri normatif bir sonuca yönlendirmek yerine, mock trial ile teknolojik argümantasyonun nasıl meşruiyet kazandığı üzerine düşünmelerini sağlamak. Zaten sürecin sonunda hukuk, teknoloji, risk ve toplum üzerine uzun uzun tartışıyoruz. Riski veya teknolojik yıkımları bireysel yükümlülüklere indirgemenin sorunlu yanlarına ve teknolojileri toplumsal ilişkilerde gömülü olarak anlamanın önemine vurgu yapıyoruz.

Sizden önce bu dersi veren Haldun Özaktaş mühendislik bölümünde öğretim üyesi, siz ise sosyoloji eğitimi almışsınız. Dersi Haldun Hoca’dan devralınca, dersin içeriğini değiştirdiniz mi?

Daha önceki soruda belirttiğim gibi ben kadroya katıldığımda dersin müfredatı zaten sabitlenmişti. Yani her haftanın teması az çok belliydi. Bu konuda ABET‘ten de kaynaklanan sebeplerden dolayı çok esnekliğimiz yok. Sanırım benim yaklaşımımdaki en büyük fark, sosyolojik temelimden dolayı dersi daha kuramsal yönlere çekmem. Bunun da ilginç bir şekilde mühendislik öğrencilerinin ilgisini çekmek için iyi bir yöntem olduğuna inanıyorum. Öğrenciler analitik düşünme sürecini kendi eğitimlerinde daha yakın buluyor ve STS bakış açısını anlamaya yaklaşıyor diye düşünüyorum. Dersin işlenişine getirdiğim diğer bir değişiklik ise toplumsal cinsiyet konusunu gündeme getirmek oldu. 2016’ya kadar bu konu mühendislik fakültesinde hiç gündeme gelmemiş. Bu ders ile öğrencilerde mühendislik tasarımı ve toplumsal cinsiyet konularında farkındalık yaratmayı başardık.

Haldun Hoca, 2011 yılında yazdığı makalede STS giriş dersinin her yıl yaklaşık 500 mühendislik öğrencisi tarafından alındığından bahsediyordu. O zamandan bu yana dersi alan öğrencilerin sayısı ve eğer gözlemleyebildiyseniz ilgisi nasıl değişti?

Ders ABET dersi olduğu için bütün mühendislik öğrencilerine zorunlu. Sayı bölüm kontenjanlarına bağlı olarak zaman içinde arttı. Şu an her sene 600’e yakın öğrenci dersimizi alıyor. Öğrencilerden gelen geri bildirim oldukça olumlu. Dersi onlarla birlikte dönüştürmek istiyoruz. Bu nedenle daha çok onların ilgi alanlarını göz önünde bulundurarak derste işlediğimiz konuları/makaleleri güncelleştiriyoruz. Mesela bazı öğrencilerimiz Machine Learning (Makine Öğrenmesi) çalışıyor. Biz de bir hafta STS kuramları kullanarak Bias in Machine Learning tartışıyoruz. Böylece derste geliştirdiğimiz bakış açısının diğer derslere ve mühendislik yapma pratiklerine taşınmasını umuyoruz.

Öğrencilerden nasıl geri bildirim alıyorsunuz? Dönem içinde, geri bildirimlere göre ders içeriğinde değişiklik yaptığınız oluyor mu?

İlk hafta öğrencilere kısa bir anket yapıp hangi konularla ilgilendiklerini anlamaya çalışıyorum. Ayrıca, öğrenciler zaten kendi ilgi alanları doğrultusunda dönem projesi hazırlıyorlar. Bu projeler üzerine dönem boyunca tartışma fırsatımız oluyor. Ayrıca bazı haftalar öğrenciler derse kuramsal okumaları destekleyen makaleler veya vakalar getiriyor.

Galatasaray Üniversitesi’nde gerçekleşen STS Çalıştayı’ndaki konuşmanızda dersi yerelleştirmenin, öğrencilerin gerçek hayat deneyimi ile harmanlamanın öneminden bahsetmiştiniz. Buradan hareketle, dersi verirken ne gibi yöntemler benimsediğinizi ve hangi konulara yoğunlaştığınızı sormak isterim.

Bu alanda yaptığımız en önemli uygulama dönem ödevi için öğrencileri yerel bilim ve teknoloji üreticileri ile buluşturmak. Daha önce bahsettiğim gibi derste amacımız doing STS olduğu için öğrencileri saha araştırması yapmak için alana yolluyoruz. Gruplar halinde Ankara’da bulunan çeşitli firmalarla veya bilim insanlarıyla görüşüp veri topluyorlar ve daha sonra derste öğrendikleri STS kuramlarını kullanarak bu veriyi analiz ediyorlar[7]. Bu süreçte özellikle Türkiye’de bilim ve teknoloji yapma süreçleri ile ilgili ciddi bir farkındalık oluşuyor. Ayrıca daha yakın dönemdeki planlarımızdan biri öğrencilerin mezuniyet projelerine STS bakış açısıyla yaklaşmalarını sağlamak. Mezuniyet projesi için öğrenciler çeşitli mühendislik çözümleri veya ürünleri tasarlıyorlar. Bu projeler için bir STS jürisi oluşturup öğrencilerin bu açıdan da tasarımlarına yaklaşmalarını motive etmeyi planlıyoruz.

Çalıştayda ayrıca ders içeriğini, öğrencilerin medyadan duydukları, güncel konuları göz önüne alarak hazırladığınızı paylaşmıştınız. Zamanla bu konular nasıl değişti, şu an müfredatta olan güncel konular neler?

Daha önce de belirttiğim gibi Machine Learning, Yapay Zeka ve Sanal Gerçeklik üzerine dersler alan ve bu konuda çalışmayı planlayan öğrencilerimiz var. Bu konuları müfredata ekledik. Son dönemde sosyal medya ve post-truth konusu ile ben özel olarak ilgilendiğim için bu alan ile ilgili vakaları ekledim derse.  Ayrıca yine öğrencilerin getirdikleri örnekler üzerinden bilgisayar oyunlarının politik potansiyelleri konusunu tartışıp bilgisayar oyunlarının sınırlarını zorlayan tasarımlar öneriyoruz.

Öğrenciler, en çok hangi noktalarda zorlanıyorlar ve siz bu zorluğu nasıl deneyimliyorsunuz?

Dersimizi alan öğrenciler genellikle son sınıftaki öğrenciler. Dolayısıyla dört sene boyunca bir düşünce sisteminin esaslarını tam anlamıyla özümsemiş olan, hatta bunu bir kimlik olarak taşımaya başlamış öğrenciler bu alana eleştirel bakmaya direnç gösteriyorlar.  Bu direnci kırmak kolay olmuyor elbette. Ben derse Feenberg’ün taksonomisiyle başlayıp önce öğrencilerin aslında mühendisliğin de bir anlatı olduğunu fark etmelerini sağlıyorum. Bu süreçte hem kendi deneyimlerinden hem de medyadaki teknoloji söylemlerinden faydalanıyorum. Aynı anlatıyı farklı bir kurguyla oluşturmaya yönelik grup çalışmaları yapıyoruz. Bu süreçte özellikle grup çalışmasıyla öğrencilerde bir dönüşüm yaşandığını gözlemledim. İkinci direnç noktası ise toplumsal cinsiyet konusunu tartıştığımızda yaşanıyor. Maalesef bu konuda direnç çok daha güçlü ve bu anlamda yeni yöntemler üzerinde çalışıyorum.

Toplumsal cinsiyet konusunda nasıl bir dirençle karşılaşıyorsunuz, cinsiyeti tamamen biyolojik temelli alan, bunun toplumsal boyutlarını genel olarak reddeden bir yaklaşım mı var yoksa toplumsal cinsiyetin bilim ve teknoloji ile olan ilişkisine ikna olmak mı zor öğrenciler için?

İki anlamda da zorluk yaşadığımı söyleyebilirim. Bu durumun mühendislik fakültesine özgü bir durum olmadığını da belirtmeliyim. Son dönemde tek bir ünite olarak toplumsal cinsiyet üzerinde durmak yerine dönem boyunca teknolojilerin nasıl “gendered” olduğu üzerinde duruyoruz. Mesela Social Construction of Technology (Teknolojinin Toplumsal İnşası) kuramını tartışırken bisikletin dönüşümünün toplumsal cinsiyet ile olan ilişkisini tartışıyoruz[8]. Böylece toplumsal cinsiyet ünitesine geldiğimizde öğrencilerin farkındalığı artmış oluyor.

STS Çalıştayı’nda STS giriş dersini genel müfredatla birleştirmenin zorluklarından bahsetmiştiniz. Bu konuyu açabilir misiniz, sizce STS ile genel müfredat arasındaki mesafeleri daraltmak için neler yapılabilir?

Mezuniyet projelerine bir STS unsuru eklemenin bu açıdan önemli bir adım olacağını düşünüyorum. Bir süredir Bilkent Üniversitesi içerisinde bulunan UNAM (Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi) ile ortak çalışmalar yapıyoruz. Öğrencilerimiz merkezi ziyaret edip bir çeşit alan çalışması yapıyorlar. Daha sonra STS kuramları üzerinden yaptıkları analizleri UNAM ile paylaşıyoruz. Bu şekilde diğer bölümlerle köprü kurabilecek etkinlikler üzerine çalışıyoruz.

unam ziyaret
UNAM ziyaretinden bir kare*

STS, Avrupa ve Amerika yazını içinden çıkmış ve ilk yıllarında bu coğrafyaya sıkışmış haliyle zaman zaman batı-merkezli olmakla eleştirildi/eleştiriliyor. Buradan hareketle, STS’nin Türkiye’deki konumu, gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Son dönemde Türkiye’de STS alanına gösterilen ilginin arttığı kesin. Yerel bilgi üretiminin desteklenmesinin küresel anlamda da STS alanını besleyeceğine inanıyorum. Bu açıdan Latin Amerika ve Asya’da oldukça faal STS toplulukları olduğunu görüyorum[9]. Bu topluluklarla ortak çalışmanın, karşılaştırmalı analizlerin yine yerelliği besleyeceğine inanıyorum.

Yayına Hazırlayan: Mehmet Ekinci, Cornell Üniversitesi, Bilim ve Teknoloji Çalışmaları, Doktora Adayı

* Bu fotoğraf, yazının girişinde kullanılan görsel ile birlikte dersin web sitesinden alınmıştır.

[1] Bu kaynaklardan bazıları için bakınız: https://www.nytimes.com/2010/04/11/magazine/11Economy-t.html?th&emc=th ; https://www.newstatesman.com/2013/10/science-says-revolt ; https://www.forbes.com/sites/bruceschneier/2015/09/29/the-era-of-automatic-facial-recognition-and-surveillance-is-here/#36e676ae4cfb ;

[2] Kullanılan vakalara, Roger Boisjoly’nin bir roket üreten bir firmanın çalışanı olarak verdiği bilgilerle aydınlattığı Challenger adlı uzay mekiği skandalı örnek verilebilir.

[3] Haldun Özaktaş, optik bilgi işleme, sinyal işleme, optoelektronik alanlarında araştırma yapmaktadır. Daha detaylı bilgi ve yayınlar için: http://kilyos.ee.bilkent.edu.tr/~haldun/turkce.html

[4] Emine Öncüler Yayalar doktora derecesini 2003 yılında Columbia Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden almıştır.

[5] Öncüler-Yayalar’ın otizm üzerine doktora tezine buradan ulaşabilirsiniz.

[6] Volkswagen skandalı üzerine detaylı bilgi almak için BBC’de yayınlanan habere bakabilirsiniz.

[7] Ders kapsamında bir öğrencinin ev robotları üzerine yaptığı çalışma için: https://www.youtube.com/watch?v=85Y9nATRotU

[8] Wiebe Bijker ve Trevor Pinch’in bisiklet örneği üzerinden teknolojinin toplumsal inşası konusunu irdelediği “The Social Construction of Facts and Artefacts: Or How the Sociology of Science and the Sociology of Technology Might Benefit Each Other” adlı makaleye bakabilirsiniz.

[9] Bahsi geçen STS topluluklarının faaliyetlerine örnek teşkil eden Latin Amerika menşeili Tapuya ve Doğu Asya menşeili EASTS adlı akademik dergilere bakabilirsiniz.