Doruk Tatar
New York Eyalet Üniversitesi, Buffalo Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, Doktora
STS ve Eleştirel Teori (I)
Covid-19 küresel salgınının nedenselliği ve kontrol mekanizmaları ile ilgili komplo teorileri, 2020 bahar aylarında hastalıkla eşzamanlı biçimde yayıldı ve pek çok mecrada görünürlük kazandı. İstesek de istemesek de parçası olduğumuz çeşitli dijital kitle iletişim araçları vasıtasıyla önümüze düşen komplo teorilerinin içerdiği safsataların doğru bilgilerle yanlışlanması, düzeltilmesi gerekliliği hem halk sağlığı hem de hayatın gündelik politikaları adına tartışılmaz boyutlara varmış durumda. Bununla beraber, komplo teorilerinin gördüğü yoğun ilgiyi, onlara atfedilen anlam ve önemi birer toplumsal olay olarak düşünürsek, bu toplumsallıkların kendilerini yeniden üretme biçimlerini nasıl açıklayabiliriz?
New York Eyalet Üniversitesi, Buffalo Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Doktora Programı mezunu Doruk Tatar’ın IstanbuLab Blog için kaleme aldığı bu yazı, bilim sosyolojisiyle eleştirel teori alanlarını birbiriyle konuşturuyor ve Steve Shapin’in hakikat-sonrası (post-truth) zamanlarda bilgi üretmeye dair söylediklerini Frederic Jameson’ın ‘‘zihinsel haritalandırma’’ yöntemleriyle buluşturuyor. Pandeminin hızını almasıyla beraber çeşitli aile sohbet grupları, sosyal medya paylaşım akışları, çevrimiçi video izleme platformlarında dolaşıma giren kötü şöhretli Plandemic belgeselinin eleştirel yakın okumasını yapan bu yazı, umuyoruz ki bilim ve teknoloji çalışmalarıyla kültürel çalışmalar arasında kurulacak yeni bağlara vesile olur. İyi okumalar.
Komplo teorileri, son yıllarda giderek daha geçerli ve güncel bir çalışma konusu haline geldi. Komplo teorilerinin artan yaygınlığı ve görünürlüğü şüphesiz ki bunun nedenlerinden. 2013-14 yıllarında, henüz hakikat-sonrası (post-truth) kavramı bugünkü popülerliğine ulaşmamışken, doktora tezim için komplo teorileri hakkında literatür taraması yaparken, karşıma çıkan akademik metinlerin neredeyse hepsinin temel argümanı şuydu: Liberal Batı demokrasileri komplo teorileri gibi alternatif söylemleri patolojize eder, onları kamusal alanın dışına iter ve bu durum bir tür “demokrasi açığı” (democratic deficit) yaratır. Aralarında Jodi Dean, Jack Z. Bratich, Mark Fenster’in bulunduğu akademisyenlerin 1990’lar ve 2000’lerde yayınlanan çalışmalarında temel aldıkları ve eleştirel yaklaştıkları öncül metin Richard Hofstadter’ın 1964 yılında yazdığı Paranoid Style in American Politics başlıklı makaledir. Komplo teorilerinin kamusal alanın dışında tutulmasını savunan ‘konsensüs siyaseti’nin[1] akademideki başlıca temsilcilerinden Hofstadter, Amerika’da beyaz-Protestan çoğunluğun kültürel ve dini azınlıklar hakkında “paranoyak stil” [2] çizgisinde ürettikleri anlatıları ele alırken, bu anlatıların ‘sağlıklı’ bir kamusal alanın sahip olması gereken rasyonalite üzerinde yaratacağı yıkıcı etkileri gündeme getirir.
Covid-19 küresel salgınında virüsün gerçekliğini, kaynağını ve ona karşı alınacak önlemleri sorgulayan, bu konulara alternatif yorumlar getiren komplocu anlatılarla beraber yukarıdaki tartışma bugün bir kez daha önem kazanıyor. Virüsün yayılımına etki etme ihtimali nedeniyle kamusal alana hangi söylemlerin alınıp alınmayacağı sorusu komplo teorileri – ve anlatıları – özelinde yine karşımıza çıkıyor. Fakat bugünün farkı, salgını insan eliyle yayılmış kontrollü bir felaket veya tamamıyla müesses nizamın uydurduğu bir yalan olarak gören insanların maske takma ve sosyal mesafe gibi düzenlemelere direnç göstermelerinin halk sağlığı alanında ölümcül sonuçlara sebep olma ihtimali.

Amerika gibi bireyselliğin kurucu ideoloji olduğu bir ülkede komplo teorileri – en azından hakikat-sonrası döneme kadar – kişinin kendi dışındaki her şeye güvensizliğinin semptomu ve kişinin toplumdan izolasyonunun nedeni olarak tanımlanabilirken, bu teorilerin Türkiye’nin de dahil olduğu diğer pek çok başka ülkede yaratılan düşman imgesi üzerinden ‘biz’ fikrinin oluşmasında büyük rol oynadığını söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle, Amerika-dışı pek çok coğrafyada komplo teorileri bizzat devlet eliyle kamusal alanda dolaşıma sokulur ve bu şekilde devletin yönettiği nüfus ile arasındaki popülist aidiyet ilişkisini tahkim eder.[3] Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle beraber, başka ülkelerde uzun yıllardır yürürlükte olan ve o ana dek Amerikan akademisinin büyük oranda göz ardı ettiği komplo teorilerinin ‘biz’i kurma işlevi en çok konuşulan meselelerden biri haline geldi, tartışmaların eksenini bu yöne doğru kaydırdı.
‘Biz’, komplo teorilerinin bu kurucu işlevine uzun zamandır aşinayız. Son 8 yıldır (Gezi’den beri) giderek daralan kamusal ve siyasal alanımızda komplo teorileri üzerine daha çok düşünmeye başladık. Söylenen sözün kendisinden ziyade ‘kimin’ sözü ‘hangi amaçla’ ya da ‘kimin yararına’ (cui bono?) söylediğini esas alan komplo teorileri ve bunlara içkin düşünme tarzı, siyasetin altını oyarken kamusal alanda söz söyleme alanının daralmasında etkili oldu. Sadece komplocu düşünce üzerinden siyasetin alanını kısıtlayan ‘onlar’ değil kamusal alanın iyice dışına atılan ‘bizlerin’ de düşünme tarzına sızdı komplocu düşünme şekli, bir tür paranoyak stil. Dışarıyı değiştiremediğimizi gördükçe farklı şekillerde içimize döndük.[4] Mart 2020’de ilan edilen Covid-19 küresel salgınıyla birlikte fiziksel olarak da dışarıdan çekilip içeriye kapandık ama bu bir anlamıyla uzun zamandır devam eden bir eğilimin son adımıydı. Dışarı çıkabilip çıkamadığımızdan bağımsız olarak her an eve kapanma ihtimalinin masada olduğu ve bunu değiştirmek için elimizden pek bir şey gelmeyecek bu zamanlarda, komplo anlatılarına içkin düşünme şeklini ve komplocu düşüncenin düşünürken ne hissettiğini[5] tartışmak bu bağlamda bize bir şeyler verebilir.
Bilimin Hissettirdikleri

Hakikat-sonrası ile başlayalım. Steven Shapin, 2019 sonlarına doğru The Los Angeles Review of Books için kaleme aldığı yazısında günümüz dünyasının şiddetle yaşadığı ve pek çokları tarafında tartışılan hakikat krizini etraflıca sorgular. Shapin’e göre hakikat sadece gerçekliğin yerini tutmaz, aynı zamanda etrafına çeşitli arzuların, beklentilerin ve vaatlerin örüldüğü bir kavramdır. Hakikat, çoğu zaman ciddiyeti beraberinde getirir. Savunulması gereken, bizi özgürlüğe ulaştıracak ve bazen de Tanrı’yla özdeşleştirdiğimiz bir kavramdır hakikat. [6] Onu, parçası olduğu somut ilişkilerden soyutlayan bu yaklaşım, bilimin yücesini (sublime) oluşturur. Yüce, Immanuel Kant’ın estetik üzerine tartıştığı kavramlardan biridir. Aklın anlama kapasitesini aşan, bu yüzden ehlileştirilemeyen ve medenileştirilemeyen bir fenomen olan yüce, hem Shapin’in argümanlarını estetiğin alanı üzerinden anlamlandırmamızı hem de bu yazının esas konusu olan komplocu düşüncenin düşünürken ne hissettiği sorusuna daha etraflıca bir cevap vermemizi sağlayabilir. Shapin, yazının sonunda tartışmayı bilimin devlet-siyaset ve şirketler-ekonomi arasındaki ilişki ağlarına getirerek, hakikatin ima ettiği yücenin sakladığı somut ilişkileri ve bilim ile bugüne dahil olduğu ‘suç ortaklıkları’nın bahsi geçen bu hakikat krizi ile arasındaki rabıta noktalarını açığa vurur. Söz konusu tespit, dünyevi ilişkilerin kirletemediği bir şey olarak tahayyül edilen ‘bilimsel yücenin’ de bir nevi reddine işaret eder.
Ehemmiyeti noktasında uzlaşıya varılsa da hakikatin ne olduğu bir tartışma konusu olmaya devam eder. Bu noktada Shapin, Thomas Hobbes’un etik ve geometri üzerinden tartışılabilir ve tartışılamaz hakikatler arasında yaptığı ayrıma gönderme yapar. İyiyle kötü arasındaki ayrımın kalem ve kılıçla tartışabileceğini söyleyen Hobbes, aynı mantığın çizgi ve şekiller için işlemeyeceğini ileri sürer. Üçgenin iç açıları toplamının karenin iki açısının toplamına eşit olmasını hiçbir siyasi eylem değiştiremez. Fakat unutmamak gerekir ki, bu durum değişmez hakikatlere karşı bir isyanın olmayacağı anlamına da gelmez. Dostoyevski’nin yeraltı adamı bunun edebiyattaki çarpıcı bir örneği olmasının yanı sıra belki de bizi bugünkü hakikat-sonrası estetiğine götürecek ipuçlarını da verir:
Evet, insanın tek yaptığı şey, iki kere iki dörtlerin peşine düşmek, okyanusları aşmak, bu uğurda seve seve yaşamını vermektir; ama öbür yandan aradığını bulacağı için de ödü patlar. Çünkü bulursa arayacak başka bir şeyi kalmayacağını hissetmektedir… İnsanoğlu amacına doğru ilerlemeyi sever, fakat amacını elde etmeyi değil. Çok gülünç bir durum doğrusu. İnsanın yaratılıştan gülünç bir varlık olmasındandır bütün terslik zaten. İki kere iki dört çekilmez bir şey. İki kere iki dört, ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükürük atan bir külhanbeyinin ta kendisidir. İki kere iki dördün yetkinliğine (mükemmelliğine) inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir.[7]
Bu yüzden, değişmesi mümkün olmayan hakikate karşı alınan öznel pozisyonlar değişebilir. Shapin’in günümüz hakikat krizinin her türlü bilim karşıtlığının eşdeğer olup olmadığı tartışmasında da benzer bir durum ortaya çıkar. Shapin’e göre hakikat-sonrası fikirlerin kendilerini sunma şekli de hakikati veya bilimselliği söylemsel olarak reddetme üzerinden işlemez. Bilakis, “gerçek bilime atfedilen nesnellik ve tarafsızlığın pozu” ile donanan bir düşünme şekli olarak kendini sunar. Shapin’in “poz” olarak tanımlamayı tercih ettiği bu durum bir yanıyla bizi estetik tartışmasına bağlarken ister istemez yazının başında adını andığımız Hofstadter’in “stil” kavramına da yakınlaştırır.
Komplo teorisi nötr bir kavram olmaktan ziyade iktidarın doğru ve hakikat karşısında konumlandırdığı anlatılara tekabül eder. Buna göre, komplo teorileri, dünyayı gerçeklikten uzak ve patolojik biçimlerde anlamlandıran anlatılardır. Fakat esas sorun, günümüzde dolaşımda olan bu tarz anlatıların gerçeklikle örtüşüp örtüşmemesinden ziyade yarattıkları siyasal ve toplumsal etkilerdir. Belki de komplo teorileriyle mücadele etmek için onlara dışarıdan saldırmak yerine güçlü oldukları minderde, yani öznenin alanında onlarla güreşmek daha etkili sonuçlar verecektir. Bu açıdan, Shapin’in de ikinci kuşak temsilcisi olduğu Bilim ve Teknoloji Çalışmaları, Strong Programme[8] literatürüne benzer bir yaklaşımı benimseyip, söz konusu analizin taktiksel-politik düzlemde gerçekleştiğini akıldan çıkarmadan, komplo teorilerini diğer anlatılarla aynı mesafeden ve doğru-yanlış tartışmasına girmeden, simetrik açıdan ele alabiliriz. Hakikati savunmak için bu süreçte nesnel anlamda hakikatin ne olduğu sorusunu gündemimizden çıkarmak gibi bir taktik olarak da düşünebiliriz bunu. Sosyal medyada bolca tartışma ve sükse yaratan Plandemic belgeselini simetrik analize tabi tutacak bu yazıda, tam da simetrik analizin ön-koşullarını oluşturmak amacıyla, daha öncesinde Fredric Jameson’ın komplo teorilerinin işlevine, yani bu anlatılara inanan özneler üzerinde yaptığı etkilere değindiği tartışmaya kısa bir ziyaret yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Bir “Zihinsel Haritalandırma” Olarak Komplo Teorisi
Fredric Jameson, komplo teorisini “yoksul insanın zihinsel haritalandırması” (poor person’s cognitive mapping) olarak tanımlarken aslında dünyanın yücesini bütünlüğü içinde görmekte zorlanan öznelerin başvurduğu bir savunma mekanizmasına gönderme yapar. [9] Zihinsel haritalandırma sayesinde komplo anlatıları en bariz ifadesiyle bir büyük resim sunar. Günümüzün bütünüyle haritalandırması imkansız karmaşıklıktaki küresel ilişkilerini basitleştirerek derleyip toparlayan zihinsel haritalandırma, dünyayı bütünlüğü içinde anlaşılabilir kılar. Komplo teorilerinin büyük resmi dünyayı bütünlüğü içinde anlayamayan öznenin kaygılarını dindirir. Kulağa garip gelebilir ama patolojiyle özdeşleştirilen komplo teorilerinin bu açıdan tedavi edici bir etkisi vardır.[10]
Komplo teorilerinin zihinsel haritalandırma işlevinin sadece mekânsal değil zamansal da olduğu Jameson’ın değinmediği bir ikinci nokta olarak ortaya çıkar. Özellikle Illuminati gibi gizli örgütleri merkezine alan komplo anlatıları esasen zamansal haritalandırma örnekleridir. Tarihe başından (veya çok eskiden) beri yön verdiği varsayılan gizli cemiyetler hakkında anlatılarda tarihin itici gücünün bu cemiyetlerin bizzat kendileri oldukları ima edilir. Bu açıdan bahsi geçen cemiyetleri tarihi ileri taşıyan yegâne figür olan Tanrı ile benzeştiklerini söyleyebiliriz. Karl Popper’a göre komplo teorileri, Tanrı’yı kovan insanlığın “bugün onun yerinde ne var” sorusuna verdikleri bir cevaptır.[11]
Komplo teorilerini siyasal-ideolojik etkileri açısından irdeleyen Jameson, insan zihninin kavrayamayacağı kadar karmaşıklaşan post-modern dünyada öznelerin anlamlı politik eylemlerde[12] bulunabilmeleri için “zihinsel haritalandırmalara” ihtiyaçları olduğunu söyler ama düşüncenin anlama ve anlamlandırma kapasitesine odaklanırken duygu ve hislerin düşüncedeki yerini ıskalar.[13] Düşüncenin düşünürken hissetmesine benzer bir şekilde zihinsel haritalandırma da duygusal yatırımların homojen olarak dağılmadığı, yoğunluk ve nitelik açısından heterojen dağılımı içeren bir süreçtir. Bu heterojenlik, Covid-19 küresel salgını bağlamında dolaşıma giren komplo teorileriyle farklı stillerde ilişkilenen öznellik hallerinde gözlemlenebilir. Bu öznelliklerin kurulum süreçlerini kavrayabilmek, farklı ‘ben’ ve ‘onlar’ın zihinsel haritalandırmalarına odaklanmak maksadıyla yazının geri kalan kısmında tartışmalı Plandemic belgeselinin bir yakın okumasını yapacağım.
Pandeminin Planı: Plandemic
Komplo teorilerinin yukarıda tartıştığım özelliklerini bu yazıda zihinsel haritasının başlıca bileşenleri olarak kabul edersek, Covid-19 küresel salgını pek çok coğrafyada ‘peak noktasını’ yaşarken, yayınlandıktan çok kısa bir süre sonra kitlesel sosyal medya platformlarından kaldırılmasına rağmen pek çok internet izleyicisine ulaşmayı başaran Plandemic adlı yapımı da daha iyi anlamlandırabiliriz. Yayınlandıktan sonra Plandemic sadece sosyal medyada erişme kapatılmakla kalmadı[14], pek çok fact-checker da kısa bir süre içinde madde madde bütün iddiaları yayınlayan raporlar hazırladı[15]. Fakat yine de bütün bunlar Plandemic’in popülerliğinin önüne geçmekte yetersiz kaldı. Plandemic’in sosyal medya platformlarından kaldırılması komplocu düşüncenin eline önemli bir koz verdi. Bu tarz engellemeler, meraklıları tarafından filmin gerçekleri anlattığının en büyük kanıtı olarak gösterildi. Pek çok sosyal medya, çevrimiçi mesajlaşma platformunda yapılan paylaşımlarda, film boyunca bahsi geçen ve tarih boyunca insanlardan gerçekleri sakladığı öne sürülen güçlerin bir kez daha devreye girdiğine ve gerçeklerin ortaya çıkmasını önlediğine dair bir resim çizildi.
Plandemic, başlığından itibaren komplocu bir bakış açısını devreye sokuyor. Küresel salgın anlamına gelen “pandemic” kelimesini “plandemic” olarak değiştirerek pandeminin insan kontrolü dışında gerçekleşen bir vakadan ziyade bir planın ürünü ve bu planı yapanların sorumluluğunda bir fenomen olduğunu ima ediyor. Ayrıca küresel salgın gerçekliğini ve salgınla mücadele etme yolunda uzman görüşlerini sorgulaması nedeniyle belgesel, akabinde ortaya çıkan çeşitli toplumsal reaksiyonların hem bir ifadesi hem de bu reaksiyonları güçlendiren bir faktör olarak anlışılabilir. Çevrimiçi dolaşım ve izlenme frekansı adına ‘peak noktası’nı kaybetmiş olsa da, kamusal alanda maske takmayı reddedenler ve aşıya karşı olanlar arasında Plandemic’in işaret ettiğine benzer büyük ölçekli bir komplonun alıcı bulduğunu görmek mümkün.[16]

2006-2011 yılları arasında araştırma koordinatörü olarak çalıştığı Whittemore Pearson Enstitüsü’nden atılan ve eski iş yerinden bilgisayar ile çeşitli not defterlerini çalma suçlamasıyla beş gün hapis yatan eski virolog Dr. Judy Mikovitz’in beyanları, Plandemic’in esas eksenini oluşturuyor. Aralarında uzun yıllardır ABD Ulusal Alerji ve Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü müdürlüğünü yapan Anthony Fauici’nin de olduğu pek çok üst düzey yetkilinin komplosuna kurban gittiğini iddia eden Mikovitz, Plandemic’te bugün de benzer bir komplonun yürürlükte olduğunu iddia ediyor. Mikovitz’e göre, Sars-Cov-2 ve benzeri failler istemli olarak – ya da bir tür laboratuvar kazası sonucu –insanlar arasında bulaşıcılığa uygun hale getirilmiş ve Covid-19 salgını süresince halk sağlığına yararlı değil zararlı önlemler bilerek ve isteyerek devreye sokulmuştur. Bu bakış açısına göre, otoritelerin kitleleri korku üzerinden yönetme isteği ve ileride geliştirilecek bir aşı ile beraber büyük ilaç şirketlerinin büyük kar sağlama emelleri bu eylemlerin altında yatan başlıca nedenlerdir.
Virüsün doğallığı içinde evrilmediği iddiası, Mikovitz’in doğal süreç olarak tanımladığı belli bir ritim ve zamansallığı içeriyor. Son yıllarda giderek artan vahşi virüs salgınlarının doğal bir sürecin parçası olamayacağını, laboratuvarlarda üretilen/üzerinde oynanan edilen virüslerin aşı yoluyla yayıldığı argümanını ortaya atan Mikovitz’e göre doğa, değişmeyen bir ritimle işleyen kendi içinde uyumlu bir bütünlük gibidir. Halbuki doğanın yine kendi dinamikleriyle (büyük yanardağ patlamaları, seller, vb.) var olan doğal dengeleri yok ettiğini not düşmemiz gerekiyor. İnsanların politik ve ekonomik faaliyetleriyle doğayı şekillendirirken insanlar çoğu zaman bunun sonuçlarını öngöremiyor ve özellikle kapitalist üretim modelinde gördüğümüz üzere bu faaliyetlerin belirleyici aktörleri olmaktan daha çok araçları oluyorlar. Mikovitz gibi dünyaya komplocu bir lensle bakanların ıskaladığı, insan eliyle olanın her zaman insan niyetiyle örtüşmediğidir.
Plandemic öne sürdüğü komplocu yaklaşımla yeni olanın aslında yeni olmadığını iddia ediyor. İçinden geçtiğimiz bu salgının yeni ve öngörülemez bir şey olmaktan ziyade geçmişteki bazı alışkanlık ve planların sonucu olduğunu iddia etmek, Covid-19 salgınını da yeni ve öngörülemez bir şey olmaktan çıkarıyor. Belgeselin başkahramanı Mikovitz, burada süreci kendisinin öngörmüş olduğunu iddia ediyor ama bu da çok önemli değil. Önemli olan yüksek mercilerdeki karar alıcıların bu süreci öngörmesi, başlatması ve yönetiyor olması. Burada, dünya çapındaki Covid-19 salgının yeni ve öngörülemez olma ihtimalinden bir kaçış olarak eskinin anlam koordinatları yardıma çağırılıyor.[17] Uzun yıllardır farklı mecralarda tükettiğimiz anlatılar devreye giriyor: Çokuluslu ilaç şirketleri, derin devlet kurumları ve bazı kötü adamlar dünya çapındaki bu olayın sorumluları olarak beliriyor. Fakat bu bakış açısına göre sorun yapısal olmaktan çok kötü niyet kaynaklı. Söz konusu kötü adamlar tarafından haksızlığa uğrayan, mesleğini kaybeden ve hapis yatan Mikovitz ise kahramanca bir jest (poz veya stil de diyebiliriz) ile gerçekleri ve yalnızca gerçekleri açıklamaya devam ediyor gibi görünüyor. İnsan türü olarak dünyayla kurduğumuz ilişkiden kaynaklanan sorumluluk böylece herkesi kapsamaktan ziyade iyi ve kötü insanlar arasında tanzim ediliyor, böylelikle birileri masum kurban birileri de plancı failler olarak konumlanmaya devam ediyor.
Pandeminin Semptomu, Evrenselliğin Geleceği
Komplo teorilerinin kamusal alandan etkili bir şekilde dışlandığı 1990’lardan beri Amerika’da bu anlamda büyük bir değişim yaşandı. Aliens in America (1998) kitabında Jodi Dean’in tahmin ettiği üzere, internetle beraber kamusal alana giriş-çıkışlar eskisi gibi rahat kontrol edilemez hale geldi. Öncesinde bastırılan pek çok söylem sosyal medya platformlarında tekinsiz bir şekilde dolaşıyor ve bu da Steven Shapin’in bilen ile bilmeyeni ayırt edememe durumu olarak tanımladığı “sosyal bilgi” (social knowledge) krizini ortaya çıkarıyor. Bu tarz bir bilginin ‘bizden olan’ veya ‘bize benzeyen’ üzerinden üretildiğini belirten Shapin, hakikat krizinin ‘bizden olan’ veya ‘bize benzeyen’den gelen bilginin inanılır olması durumundan kaynaklandığını ve bunun da bilim dünyası aleyhine tezahür ettiğini iddia eder. Plandemic gibi popülist retorik kullanan bir filmin etkili olmasının nedeni belki de tam da budur: bilgi üretimi ve kontrolü süreçlerine dahil olmayan ‘biz’ dolayımında ‘biz’lere pandeminin zihinsel haritalandırmasını sunduğunu iddia edebilmesi.
Plandemic gibi komplocu belgesellerin yaygınlaşması bir tehlikeye olduğu kadar siyasal bir ihtimale de işaret ediyor. Hakikat-sonrası siyasetin en büyük yıkıcı etkilerinden biri evrensel değerler ve bu değerler üzerine kurulan kurumlar üzerinde oldu. Hakikatin göreceleşmesinin de ötesinde keyfi olarak yok sayılmasının bir sonucu olarak insanların çoğu zaman (hatta neredeyse her zaman) ‘-mış gibi’ yaparak da olsa üzerinde anlaştığı evrensel değerler hayli erozyona uğradı. Bu yoğun aşınmanın sebebi tam da evrenselliğin öznel bir zemin üzerine inşa edilmiş olması. Immanuel Kant’ın “öznel bir evrensellik” olarak tanımladığı estetik, komplo anlatılarını doğru veya yanlış olarak yargılamaktan ziyade bu düşünme şeklinin nasıl düşündüğünü ve düşünürken ne hissettiğini bize aktarır. Liberal ideologların “tarihin sonunu” ilan ettikleri 1990’lardan beri içinde sıkıştığımız dünya iyice küçüldü, artık ‘biz’i taşıyamaz hale geldi. Bu bağlamda, dünyayı göründüğü haliyle kabul etmeyen komplo anlatılarının artan görünürlüğü ve etkisi diğer pek çok şeyin yanında başka bir dünyaya arzunun semptomu olarak görülebilir.
Covid-19 salgını işte böyle bir yeni bir dünya ihtimalini içinde barındırıyor. Her ne kadar Plandemic gibi salgını başından beri kontrol eden bir komplocu zümreye dair hikayeler üreten işler popüler olarak tüketilse de özellikle pandeminin ilk aylarında “aslında kimse her şeyi bilmiyor” ve “hiçbir şey tamamen kontrol altında değil” minvalinde şeyler de hissedilebilirdi. Evet, Plandemic gibi yapımlar gerçekleri büker, kendi komplocu anlatılarını hakikatmış gibi sunar, izleyicilerini baştan çıkarır, pasifleştirir. Fakat komplocu anlatıları tümden değersizleştirmek de bunların semptomatize ettiklerini ıskalamamıza neden olur ve bu zihniyetin önayak olduğu siyasal ve toplumsal dinamikleri dönüştürebilmemizin yolunu tıkar. Dolayısıyla komplocu anlatıların toplumsallığını reddetmekten ziyade Shapin’in deyişiyle bu sosyal bilgi krizini nasıl çözeceğimizi yeniden düşünmek bize yeni bir ufuk açabilir. Belki de bu ufukta yeni bir ‘biz’in ve evrenselliğin kurulum imkanı vardır.
YAYINA HAZIRLAYAN: MEHMET EKINCI, CORNELL ÜNIVERSITESI, BILIM VE TEKNOLOJI ÇALIŞMALARI, DOKTORA ADAYI
[1] Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde, bazı Amerikalı siyasi elitlerinin yürüttüğü anti-komünist ‘cadı avları’na karşı entelektüel, akademisyen ve gazeteciler gibi sivil toplumun savunma hattındaki mesleklerden gelen bir grup her ne içerikte olursa olsun paranoyanın toplumu ve ikincil olarak da devleti zayıflatacağını iddia ederek bir paranoyanın kamusal alan tartışmalarından çıkarılmasını savundu. Buna benzer bir yaklaşım Richard Condon’un The Manchurian Candidate adlı romanında da görülebilir. Kitapta bahsi geçen Komünist komplo Amerika’nın liberal ve demokratik kurumlarını anti-komünist isteriyi körükleyerek yok etmeyi amaçlar.
[2] Mark Fenster, söz konusu makaleye adını veren ‘paranoyak stil’de neden ‘stil’ kelimesinin seçildiğini sorarak, Fenster’in komplo teorilerinin gerçek olmayan hikayeler olduğu imasını açığa vurur. Hofstadter’in bu imasını reddeden Fenster komplo teorilerini dünyayı kurguluma şekillerinden biri olduğunu söyler. Mark Fenster, Conspiracy Theories: Secrecy and Power in American Culture, (Minneapolis: University of Minnesota Press) 2008.
[3] Matthew Gray, Conspiracy Theories in the Arab World: Sources and Politics (Londra: Routledge) 2010.
[4] Hannah Arendt, 19. yüzyıl sonu Fransız şairlerinin kendilerine kapanan kamusal alana sırt çevirip özel alanın dünyasına odaklandıklarını ve bunun ‘özel alanının büyümesi’ ile sonuçlandığını (enlargement of the private sphere) söyler. Hannah Arendt, The Human Condition (Chicago: The University of Chicago Press) 1998.
[5] “What thinking feels when it thinks.” Jean-François Lyotard, Lessons on the Analytic of Sublime: Lessons of Kant’s Critique of Judgment, 1991, Standford University Press, Standford, s. 15.
[6] Steven Shapin, “Is There a Crisis of Truth?” https://lareviewofbooks.org/article/is-there-a-crisis-of-truth/
[7] Fyodor Dostoyevski, Yeraltından Notlar (İstanbul: İletişim) 2000, s. 47-48.
[8] David Bloor, Knowledge and Social Imagery, (University of Chicago Press), 1991 (1976); Sergio Sismondo, ‘’Güçlü Program ve Bilim Sosyolojisi,’’ Bilim ve Teknoloji Araştırmaları Yaklaşımı: Temeller, (Epos Yayıncılık, çev. Ümit Tatlıcan, Serkan Sağyan), 2016, ss 73-85.
[9]Jameson, ‘yoksulluk’ sıfatını pejoratif bir anlamda kullandığı, komplo teorilerinin sadece alt sınıflarla sınırlı olmadığı yönünde çokça eleştirilir. Aslında burada Jameson, kendisine gelen itirazlara yönelik şöyle bir imada bulunur diyebiliriz: Komplo teorileri sistemin dışladığı sınıfsal ötekilerinin zihinsel haritalandırmalarıdır. ‘Fakir insan’ı burada liberal Batı demokrasilerinin sınıfsal (ve söylemsel) olarak dışlanan toplumsal kesimler olarak tanımlayabiliriz. Sınıfsal dışlanmışlık duygusu ile komplo anlatılarının popülerliği arasında bir korelasyonu Bratich, Fenster, Dean ve hatta queer teorinin kurucuları arasında gösterilen Eve Sedgwick’in yazılarında görmek mümkün. Komplo anlatıları var görünen ile yetinmez ve onları yeniden yaratırken, bu anlatılar üzerinden de özne, kendinden büyük ve alt edemeyeceği güçler karşısında ‘bilme’ ve ‘görme’ yetileriyle kendisine bir telafi sunar. Komployu görmek gücünü gizliliğinden alan bir fenomene darbe vurmaktır: Paranoyağın sürprizleri sevmemesinin ardında bilmemekten ziyade ‘oyuna gelmek’ten korkma hali mevcuttur.
[10] Komplo teorilerinin iyileştirici/rahatlatıcı etkisi hakkında daha fazla ayrıntı için bkz. Harding, S., & Stewart, K., “Anxieties of Influence: Conspiracy Theory and Therapeutic Culture in Millenial America” in Transparency and Conspiracy: Ethnographies of Suspicion in the New World Order, ed. T. Sanders (London: Duke University Press) 2003, s. 258-86.
[11] Karl Popper, The Open Society and Its Enemies. (Princeton: Princeton University Press), 1950.
[12] Komplo teorilerinin en önemli konularından biri de eylemlilik meselesidir. Timothy Melley’in öne çıkardığı “eylemlilik krizi” de aslında eylemlerinin başka güçler tarafından belirlendiğini ve bu belirlenmenin belirleyen güçler tarafından bilinçli bir şekilde yapıldığını iddia eder. Buradaki mantık, kendi eyleyemeyen öznenin bunun nedenini eyleyebilen başka özneler olduğunu tahayyül etmesidir. Eylem öznenin kendisi için geçekleşmese bile kendi eylemliliğine ket vuran başka kişilerde bu eylemlilik mevcuttur. Buna alternatif yapısal bir okuma ise eylemlilik ihtimalini tamamen yürürlükten kaldırabilir. Timothy Melley, Empire Of Conspiracy: The Culture of Paranoia in Postwar America (Ithaca: Cornell University Press), 1999.
[13] Fredric Jameson, “Cognitive Mapping,” Marxism and the Interpretation of Culture (Illinois: University of Illinois Press), 1990, ss 347-60.
[14] “Facebook and other companies are removing viral ‘Plandemic’ conspiracy video” https://www.washingtonpost.com/technology/2020/05/07/plandemic-youtube-facebook-vimeo-remove/
“Plandemic: Youtube, Facebook And Other Platforms Rush To Remove Vıral Conspıracy Theory Pushıng Baseless Claıms About Coronavırus” https://www.independent.co.uk/life-style/gadgets-and-tech/news/coronavirus-plandemic-youtube-facebook-video-conspiracy-theory-a9505141.html
[15] “How the ‘Plandemic’ Movie and Its Falsehoods Spread Widely Online” https://www.nytimes.com/2020/05/20/technology/plandemic-movie-youtube-facebook-coronavirus.html
“Fact-checking ‘Plandemic’: A documentary full of false conspiracy theories about the coronavirus” https://www.politifact.com/article/2020/may/08/fact-checking-plandemic-documentary-full-false-con/
[16] “Thousands of anti-maskers who believe pandemic is a HOAX” https://www.dailymail.co.uk/news/article-8676875/Thousands-anti-maskers-believe-pandemic-HOAX-march-against-lockdown-London.html
“What Is “Plandemic,” the Latest Anti-Vaxxer Conspiracy Theory?” https://www.gq.com/story/plandemic-anti-vaxxer-conspiracy-theory
“Plandemic: COVID-19 Komplolarının Kutsal Belgeseli ve Salgın Hakkında Gerçekler”
[17] Özellikle Illuminati gibi kadim ve gizli örgütleri merkezine alan komplo teorilerinde tarihin dışında ve/veya tarihin her döneminde mevcut olduğu varsayılan gizli cemaatlerle alakalı anlatılar Karl Popper’ın Tanrı-muadili olarak komplo teorileri tanımına net bir şekilde oturur. Mutlak bir özgürlük ve kudret ile kadim zamanlardan beri perde arkasından dünyayı yöneten grupların olduğu düşüncesi birkaç varsayımı içinde barındırır. Bu grupların insanlık tarihinin çok büyük çalkantılarından etkilenmedikleri, güçlerini her daim korudukları ve hatta tam da tarihsel olayları meydana getiren güç olduklarını görürüz. Bu grupları oluşturanlar insanlar olduğu halde öngörülmeyen bir vaka, grup içinde çatlak yaratacak hiçbir sürpriz meydana gelmez. Nesiller gider yerine yenileri gelir, bazı üyeleri fanatik, lakayt, aptal, fazla hırslı veya boşboğaz değildir ki bu grubun planları dışarı sızmaz. Organizasyonun varlığı hiçbir noktada gereksizliğe düşmez çünkü o içinde bulunduğu tarihsel döneme bağımlı değildir. Bu açıdan tarihi ilerleten Tanrı yerine onu yönlendiren bu tarz gizli gruplar gelir. Paranoyak için tesadüf yoktur, her olay bir şekilde yerine oturur.