Wednesday, May 1

İnsanlığın Günbatımı: Teknik ve Totalitarizm

Esra Şahin
Güncel Teknolojiler ve Siyaset – Öğrenci Makaleleri Serisi (IV)

İnsan yaşamını sürdürebilmek için doğaya bağımlı olsa da, tekniğin gelişmesi ile birlikte doğa giderek artan bir biçimde insan tahakkümü altına alınmış, kendi içinde değeri olan bir şeyden ziyade bir kaynak olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Doğa “varolan” bir şey iken istenen her anda kullanıma açık bir “hazır-oluş” haline dönüştürülmüştür (Heidegger, 2015). Bu yazıda, insanın tekniği kullanarak doğa üzerinde kurmaya çalıştığı tahakkümü totaliter rejimlerin pratikleri çerçevesinde değerlendirebileceğimizi önereceğim. Bu önerimi, totaliter rejimlerin insanlar da dahil her şeyin bir “hazır-oluş” halinde bulunması üzerinden işlediğine dayandırıyorum.

Tekniğin gelişimi ile doğa ve insan nasıl şekillenmiştir? Bu soruyu, Herbert George Wells’in Zaman Makinesi romanı ve Martin Heidegger’in Teknik ve Dönüş adlı eseriyle birlikte inceleyeceğim. Wells’in romanı, insanın doğayı yavaş yavaş nasıl köleleştirdiğini bilimkurgunun olanaklarından yararlanmak suretiyle gözler önüne serer. Bu kurgu bize birçok şeyi görme imkanı sunar; gelişen sanayi, sınıflaşan toplum, bu toplumun geçireceği değişimler ve tüm bunların doğa üzerindeki etkisi gibi. Heidegger ise tekniğin gelişimini ve etkilerini felsefi bir metinde işler. İnsanın ve doğanın geçirdiği ve geçireceği değişimleri konu edinen bu iki farklı türdeki eser bazı noktalarda buluşurlar.

Wells’in Zaman Makinesi ve İnsanlığın Günbatımı

H. G. Wells’in 1895’te yayımlanan, Zaman Makinesi adlı bilim kurgu romanı, Viktorya İngilteresi’nde Sanayi Devrimi’nin gerçekleşip, makineleşmenin başladığı 19. yüzyılda yazılmıştır. Dönemin insanlar üzerinde ağırlaşmaya başlayan şartlarıyla birlikte hız kazanan teknolojik gelişmeler insanda geleceğe dair bir merak uyandırmış ve kişilerin hayal gücünün sınırlarını genişletmiştir. Wells’in Zaman Gezgini bu merakını gidermek ve “ilkel uygarlığımızdan sonraki müthiş ilerlemeleri” görmek için bir zaman makinesi icat eder (Wells, 2018, s. 22).

Kitap, Zaman Gezgini’nin evinde başlar ve onun hikayesini, evinde misafir olan arkadaşlarına anlatırken, kendi ağzından dinleriz. Gezgin, zamanda ileriye (802701 yılına) gitmiş, sekiz gününü orada geçirmiş ve dönmüştür.  Bu gezide karşısına çıkan insan benzeri yaratıkların, dönemindeki insanlardan farklı olduğunu görür. Hiçbir şey Zaman Gezgini’nin yaşadığı dönemdeki gibi değildir. Dünya üzerinde çok fazla bir şey kalmamıştır. Ne tanıdık yapıya sahip binalar görebilir ne de bir hayvan. Gezgin, bunu insanların teknoloji vasıtasıyla gerçekleştirdikleri eylemlerin doğa üzerinde yarattığı etkiye yorar.

Zaman Gezgini’nin aşağıdaki cümleleri, ‘tekniğin gelişimiyle doğa ve insan nasıl şekillenmiştir’ sorusunu cevaplamaya yardımcı olacaktır:

Bana insanlığın batmakta olduğu bir zamanla karşı karşıyaymışım gibi geldi. Kıpkırmızı günbatımı aklıma insanlığın günbatımını düşürdü. Bugün girişmiş olduğumuz toplumsal çabaların garip bir sonucunu ilk kez kavramaya başlamıştım. Ama düşündüm de, oldukça mantıklı bir sonuç bu. Güç gereksinimden doğar; güvenlik güçsüzlüğü önemli kılar. Yaşam koşullarını iyileştirme çabası -yaşamı gittikçe daha güvenli kılan gerçek uygarlaşma süreci- adım adım doruğuna varmıştı. Birleşmiş insanlık Doğa’ya karşı zafer üstüne zafer kazanmıştı. Bugün birer hayal olmaktan öteye gidemeyen pek çok şey, düşünüp taşınılarak hayata geçirilen ve geliştirilen projeler olmuştu. (…) Tüm dünya zeki, eğitimli olacak ve elbirliği edecek; her şey Doğa’nın boyun eğdirilmesine doğru gittikçe daha hızlı ilerleyecek. Sonunda, aklımızı kullanarak ve özen göstererek, hayvan ve bitki yaşamının dengesini biz insanların gereksinimlerine uygun düşecek biçimde yeniden düzenleyeceğiz. (…) Anlaşılan, bu düzenleme, benim makinemin içinden geçtiği zaman aralığında yapılmıştı, üstelik çok iyi yapılmıştı, hem de sağlam temeller üstünde. (…) Aklımdan bu insanların narin bedenleri, zeka yoksunlukları ve o bir sürü kocaman yıkıntı geçtiğinde, Doğa’nın tam anlamıyla fethedildiğine olan inancım güçlendi. Çünkü savaşın ardından dinginlik gelir. İnsanlık gücünü, etkinliğini ve zekasını göstermiş, içinde yaşadığı koşulları değiştirmek için yaşam gücünü sonuna kadar kullanmıştı. Ve şimdi sıra değiştirilen koşulların tepkisine gelmişti (Wells, 2018, s. 34-36).

18. ve 19. yüzyılda tekniği geliştirmek için atılan adımlar, yaşam şartlarını iyileştirmek uğruna girişilen çaba en sonunda büyük yıkımı getirmişti. Doğanın tüm dengesi altüst olmuştu, artık onarılamaz durumdaydı. Zaman Gezgini bunu çıplak gözle görebiliyordu. Zaman Gezgini’nin bu söyledikleri şu tartışmanın açılmasına olanak sağlıyor: ‘İnsanlığın gün batımı’na sebep olan şeyler teknik ve onu şekillendiren ve onunla birlikte şekillenen yönetim biçiminin doğa ve insan üzerindeki tahakkümü olabilir mi? Bu sorunun cevabını Heidegger’in tekniğin ne olduğunu sorguladığı metinlerinde arayabiliriz.

Teknik ve Dönüş ve Hazır-Oluş Hali

Heidegger Teknik ve Dönüş adlı kitabında tekniğin özünü soruşturur: ‘teknik nedir’ sorusuna verdiği cevap, tekniğin amaçlar için bir araç ve beşeri bir edim olduğu şeklindedir. “Tekniğin her iki tanımı da birbiriyle ilgilidir. Çünkü amaçları tespit etmek, bunlar için gerekli araçları sağlayıp kullanmak, beşeri bir edimdir.” (Heidegger, 2015, s. 12).  Teknik Yunanca kökenli bir kelimedir, tekhne’ye ait olanı tanımlar. “tekhne yalnızca zanaatsal edim ile becerinin adı değil, aynı zamanda yüksek sanat ile güzel sanatlarında adıdır. Tekhne, ‘varlığa getirme’ye aittir, poiesis’e aittir ve şairane bir şeydir.” (Heidegger, 2015, s. 20).  Bir açığa çıkarma biçimi olarak teknik sadece bir araç olmadığı gibi, tekniğin çağcıl teknik ile açığa çıkarma şekilleri aynı değildir. Çağcıl teknikteki açığa çıkarma, poiesis[1] olarak gerçekleşmez; doğal kaynakların sürdürülebilirliğini hesaplamadan, doğadan depolanabilecek biçimde enerji talep eden bir çağrıdır. Çağcıl teknik, şeyleri emre amade olacak şekilde açığa çıkartır, dolayısıyla çağrısında bir buyurma esası vardır. Heidegger, çağcıl tekniği “makine güdümlü teknik” diyerek onu önceleyen teknikten ayırır:

Örnek olarak, köylünün icrası, tarlanın toprağını zorlamaz. Bu icra, tohumu, ekim sonrasında gelişmeyi sağlayan yaşam verici güçlerin takdirine bırakır ve tohumun filizlenmesini korumaya alır. Bu esnada tarlanın işlenmesi dahi, doğayı yükümlü kılan (stellen) farklı kurulmuş bir buyurmanın (bestellen) çekim alanına girmiştir artık. Söz konusu buyurma, meydan okuyarak yükümlü kılar doğayı. Artık tarımcılık motorize hale gelmiş gıda sanayiidir (Heidegger, 2015, s. 23).

Aydınlanma Çağı’nın ideolojik tertibatı içinde, insan yapabileceği şeylerin farkına varıp kendisini evrenin merkezine koymaya başlar. İnsan ve doğa ilişkisinde doğa ikinci plana düşüp insanın hizmetinde görülür. Yazar Milan Kundera’nın (2012) ifadesiyle, “bilimdeki büyük gelişme insanı uzmanlaşmış disiplinlerin labirentine sürüklemişti. [İnsan] bilgide ilerledikçe dünyanın bütününü de kendini de gözden kaçırıyor, böylece Husserl’in öğrencisi Heidegger’in güzel ve neredeyse sihirli bir formülle “varlığın unutuluşu” dediği şeyin içinde mahvoluyordu. (…) (s. 16). Burada varlığın unutuluşu hazır-oluş haliyle ilişkilidir. Heidegger, hazır oluşu şu şekilde tanımlar: “Her yerde her şey, her an göreve hazır olmaya buyrulmuştur; üstelik, bir sonraki buyruğu karşılayabilir olmak üzere hazır olmaya. Bu biçimde buyurulmuş olanın kendisine özgü bir duruşu vardır. Buna hazır-oluş diyoruz.” (Heidegger, 2015, s. 25). Sonuç olarak tekniğin gelişmesiyle hazır oluşun ön plana çıkması ve varolanın kendi içinde taşıdığı olanakların ortadan kalkması durumu ile karşılaşılır. Çünkü varolan kendi içerisinde bir olanak taşır, belli şeyleri açığa çıkartır. Ama bir şeyin hazır bulunmasını istemek varolanı edilgen hale sokar.  Örneğin, bir varolan olarak insan yurttaş diye tanımlandığında hazır bulunuş haline gelir ve artık kendi içinde bir olanak taşımaz. Ondan yurttaş olması istenir ve o da yurttaştan istenen şey olmak zorunda kalır.

Tekniğin gelişmesiyle insan doğayı tahakküm altına aldı ancak kendini de tekniğe bağlı hale getirdi. Bir şeylere bağlılık ona karşı kölelik anlamına gelir. İnsan bir şekilde yarattığı şeyin kölesi olur. İletişim kuramcısı McLuhan’ın deyişiyle “araçlarımızı şekillendiririz, daha sonra da araçlarımız bizi şekillendirir” (Aktaran: Artut, 2014, s. 47). Tekniğin gelişiminden önce bütün varolanlar, her şeyin kendisine tabi olduğu bütün eylemlerinde etkin güç olarak varolurlar. Sonrasında ise edilgen hale, eylemlerinde dışarıdan koşullanan şeylere dönüşürler.

Geliştirilen makineler ve teknoloji için artık insan ve doğa hazır-oluş halinde bekler. Aradaki ilişki tersine dönmüştür; daha önce insanların ihtiyaçlarını karşılaması için yapılan makinelerin ihtiyaçlarını artık insan ve doğa karşılayacaktır. Doğa artık teknik için bir hammaddeye dönüşmüştür. Teknik de bu hammaddeyi sınırsızca kullanma eğilimindedir. “Heidegger, modern teknoloji içerisinde Ren Nehrinin neredeyse kendisini kurutacak bir duruma düşerek hidroelektrik enerjisi üretme sorumluluğunu devam ettirmesinin de bir tür modern tekniğin kendisini açığa çıkarması olarak görür.” (Develi, s. 7). Ren Nehri hazır-oluş halinde kendisinden istenen şeyi yerine getirmek için tüm enerjisini ortaya koyacaktır.

Wells ve Heidegger’in Buluştuğu Yer: Totalitarizm

Heidegger’in tanımladığı hazır-oluş halinin oluşum süreçlerini Wells’in Zaman Makinesi’ndeki Zaman Gezgini’nden dinlediklerimizle karşılaştırdığımızda aradaki paralellik açıkça görülür. Zaman Gezgini, insanların ve doğanın hazır bulunuş halinin almış olduğu son noktayı, yok oluşa doğru ilerleyen bir yaşamı anlatır. Varlık artık teknik için vardır ve varolandan hazır-oluş halinde olana dönüşmüştür. İnsan aklını kullanarak içinde yaşadığı doğaya karşı silahlanmıştır. Bir tahakküm kurmaya çalışmış ve savaşını kazanmıştır. Zaman Gezgini dünyanın “yıkık dökük görkemi”ni seyreder. Gördükleri karşısında, insanlığın yok oluşa doğru attığı adımların, kendisi zaman makinesindeyken atılmış olduğunu söyler.

Zaman Makinesi’nde artık insan, 19. yy.’daki görüntüsünden farklı bir görünüşe bürünmüştür. Bu insanların hepsi aynı giysileri giyer, herhangi bir davranış farkı da göstermezler. Cinsiyetlerini birbirinden ayırmak için işe yarayacak bir cilt dokusu farkları bile kalmamıştır. Zaman Gezgini’nin ilk fark ettiği tuhaflıklardan biri de karşılaştığı yaratıkların ilgisizlikleridir. İnsan, insani kimliğini tanımlayan muhakeme, farkındalık gibi özelliklerini kaybetmiştir. Tüm gününü öylesine geçirir, herhangi bir işle meşgul olmaz. Zaman Gezgini’nin gittiği gelecek dünyasında içinde üretim yapılan mekanlar yoktur. İnsan sadece verileni alır hale gelmiştir, üretim gücünü kaybetmiştir. Bir şeylerle uğraşmamak insanı en sonunda köreltmiş ve duyularını kaybetmesine de yol açmıştır. Bu süreçte, doğa da çok büyük kayıplar vermiştir, örneğin “insanı rahatsız edecek bir sivri sinek bile yoktur” (Wells, 2018, s. 35). Doğal denge de bozulmuştur.

Peki, tekniğin gelişiminin insan ve doğa üzerine olan böylesine bir etkisini totalitarizm ile nasıl ilişkilendirebiliriz? Teknik bu kadar gelişmemişken hiç kimse hazır bulunmaz, insanlar yalnızca varolurlar. Kendilerinden bir istekte bulunulduğunda o isteği gerçekleştirmeyebilirler. Totalitarizmde insanlar hazır bulunma noktasında ortaklaşır ve böylece kitle oluşur. Diğer bir deyişle, hazır-oluş halindeki insanlar totalitarizmin can damarını oluşturur çünkü totaliter rejimler için kitlelere ihtiyaç vardır; birey özgür iradesinden vazgeçip kendi kararlarını veremeyecek duruma geldiğinde kitlenin bir parçası olur. Wells’in kitabı da totaliter bir rejimin ne zaman mümkün kılındığına dair bizlere bir cevap verir: insanlık kendi varoluş halinden vazgeçtiği zaman.

Hannah Arendt (2017), totaliter rejimin işleyişini “yaşayan cesetlerin oluşturulması” şeklinde tanımlar (s. 268). İnsanların yaşayan bir ceset olmasını önleyecek olan şeyse onların farklılıklarını korumalarıdır. Totalitarizm için farklılık bir tehlikedir ve ortadan kaldırılması gerekir. Bu nedenle, totalitarizm insanın elinden onu kendine özgü yapan farkları alır ve aynılaşmış bir toplum yaratır. Herkes aynılaştığında farklı fikirler de kalmayacak, böylece artık konuşmaya devam edilemeyecektir. Kısaca, totaliter bir rejim her şeyi kendi varlığını sürdürmesine yardım edecek şekilde ayarlar; bu her şeyin içerisine insan gibi doğa da dahildir:

Totalitarizm ile birlikte hazır-oluş haline gidilen yolda, varolan olarak insan çok büyük değer kaybına uğramıştır. Bir zamanlar Descartes tarafından “doğanın efendisi ve sahibi” mertebesine yükseltilen insan, kendisini geride bırakan, aşan, ona sahip olan güçler (teknik, politik, tarihsel güçler) için basit bir şey haline geliyor. Bu güçler için, onun somut varlığının, “yaşamındaki dünya”nın (die Lebenswelt) artık hiçbir önemi ve değeri yoktur. O silinmiştir, peşinen unutulmuştur (Kundera, 2012, s.16).

Wells’in romanı bize tam da bunu gösterir; artık insan diye bir varlık kalmamıştır. En azından Gezgin’in bildiği insan tanımına uyan bir insan 802701 yılında artık yoktur. Çağcıl tekniğin gelişmesiyle ve totalitarizmin güçlenmesiyle birlikte insan ve doğanın geçirdiği değişim bir yok oluş hikayesine evrilmiştir.

Teşekkür notu: Bu yazının yazılmasına ve yayımlanmasına olanak sağlayan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğretim üyesi Dr. Duygu KAŞDOĞAN’a, yazım aşamasındaki yardım ve emekleri için Aybike ALKAN’a, değerli görüşlerinden dolayı İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Felsefe Bölümü Arş. Gör. Bulut YAVUZ’a, ve makalesini kullanmam için izin veren Nermin DEVELİ’ye teşekkür ederim.

* Yazının girişinde kullanılan görsel, Zaman Makinesi’nin İndigo Yayınlarından çıkan baskısının kapağından alınmıştır.

[1] Tekhne, yaratıcı olmayan bir yapıp etme pratiğiyken (marangozun, ayakkabıcının), poiesis yaratıcı bir edim olarak yapıp etmedir.

Kaynakça

Arendt, H. (2017 [1948]). Totalitarizmin Kaynakları Totalitarizm (cilt 3). (İsmail Serin, çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.

Artut, S. (2014). İnsan ve Teknoloji İlişkisini Açıklayan Kuramlar, Teknoloji-İnsan Birlikteliği içinde, (ss.41-61).

Develi, N. Modern Teknoloji ve Sahici Düşünme (Yayımlanmamış Makale).

Heidegger, M. (2015 [1962]). Teknik ve Dönüş. (Necati Aça, çev.). Ankara: Pharmakon Yayınevi.

Kundera, M. (2012 [1986]). Roman Sanatı (Aysel Bora, çev.). İstanbul: Can Yayınevi

Wells, H. G. (2018 [1895]). Zaman Makinesi. (Celâl Üster, çev.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları